HÜDA PAR Genel Merkezi, yaptığı yazılı açıklamayla iç ve dış gündemin öne çıkan konularını değerlendirdi.
"Hükümetin enflasyonu tek haneli rakamlara indirme hedefinin imkânsız olduğu anlaşılmıştır"
Hayatın devamı için zorunlu ihtiyaç maddelerinin fiyatlarındaki yükselişin durdurulamadığına dikkat çekilen açıklamada, TÜİK'e göre Ekim ayı enflasyonunun TÜFE’de yüzde 2,39, ÜFE’de ise yüzde 5,24 olarak gerçekleştiği hatırlatıldı.
Açıklamada yıllık enflasyonun da TÜFE’de yüzde 19,89, ÜFE’de ise yüzde 46,31 olduğu ifade edildi. Ayrıca enflasyon artışında bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana grupların; yüzde 27,41 ile gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 25,23 ile lokanta ve oteller, yüzde 23,03 ile ev eşyası olduğu bildirildi.
Açıklamada, "Özellikle gıda ve temel tüketim alanında artan fiyatlar enflasyon artışında etkili olurken bu oranlarla hükümetin enflasyonu tek haneli rakamlara indirme hedefinin imkânsız olduğu anlaşılmıştır." görüşüne yer verildi.
Salgın süreci ve buna bağlı olarak üretim ve tedarik zincirindeki sıkıntıların dünya genelinde ekonomik faaliyetleri olumsuz etkilediği belirtilen açıklamada, kırılgan ekonomik yapı ve uygulanan yanlış ekonomi politikaları nedeniyle bu sıkıntının Türkiye’de daha fazla hissedildiği ifade edildi.
Açıklamada, "Dövizin önü alınamayan yükselişi ve enerji alanında peş peşe yapılan zamlar, özellikle üretim maliyetlerini ciddi anlamda artırmıştır. Bu durum zamlar ve yüksek enflasyon olarak geri dönerken halkın alım gücünü de büyük oranda düşürmüştür." denildi.
"Elektrik ve doğalgazdaki fiyat artışlarına karşı ciddi tedbirler alınmalı"
Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre 2019 ile 2021’in ilk yarısını kapsayan dönemde elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki artışta Avrupa ülkeleri arasında Türkiye'nin açık ara ile önde bulunduğuna işaret edilen açıklamada, raporda 24 ülkede fiyatlar artarken 15 ülkede ise fiyatların ya düştüğü ya da sabit kaldığı aktarıldı.
Türkiye’de yüzde 47,4 olarak hesaplanan artış oranının, halkın alım gücünü düşüren en önemli etkenlerden biri olduğuna dikkat çekilen açıklamada, "Zira elektrik ve doğalgaz meskenlerde olduğu gibi sanayide de önemli bir ihtiyaçtır. Bu alanda yapılan her zam, diğer tüm ürünlerin zamlanmasında tetikleyici rol oynamaktadır. Dünya genelinde enerji fiyatlarında genel bir artış görülürken diğer ülkelere göre Türkiye’de artış oranı oldukça yüksektir. Bu tablo, hükümetin bu alandaki politikalarını gözden geçirmesini, temel ihtiyaçlardan olan elektrik ve doğalgazdaki fiyat artışlarına karşı ciddi tedbirler alınmasını zorunlu kılmaktadır.
"Mahremiyetleri yıkan, aile kurumunu itibarsızlaştıran yayınlar derhal durdurulmalı"
Türkiye’de insanların günde ortalama 5-6 saatlerini televizyon karşısında geçirdiği bilgisine yer verilen açıklamada, bu nedenle sağlıksız TV programlarının meydana getirdiği tahribatların çok büyük olduğu kaydedildi.
Açıklamada, "Toplum değerlerinden uzaklaştırılmış, aile mahremiyeti yok olmuş, sosyo-kültürel buhranlar meydana gelmiştir. Adli Sicil İstatistiklerinin 2020 yılı verileri de bu noktada ibretler barındırmaktadır. Yıllık boşanma dava sayısının 250 bin dolaylarında olması, aile kurumunun karşı karşıya bulunduğu krizi gözler önüne sermiştir." değerlendirmesinde bulundu.
Böyle bir konjonktürde RTÜK, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlıklarının “Medya ve Aile Değerleri Çalıştayı” düzenlemesinin değerli olduğu belirtilen açıklamada şöyle devam edildi:
Söz konusu çalıştayda televizyonlardaki gündüz kuşağı programları başta olmak üzere toplumun ahlaki yapısına aykırı yayın içeriklerinin kaldırılması önerildi. Sonuç bildirgesinde, doğru tespitler yapılmış olsa da ortaya konulan hassasiyetin önümüzdeki süreçte pratikteki karşılığı daha çok önem arz etmektedir. Mahremiyetleri yıkan, aile kurumunu itibarsızlaştıran ve toplumsal değerleri erozyona uğratan yayınlar derhal durdurulmalı, ahlak ve maneviyat ağırlıklı yapımlara öncelik verilmelidir. RTÜK, talep eden taraf olmaktan ziyade, televizyon yayınlarının ahlakı ve aile kurumunu çökertmesini önleme konusunda birinci derecede sorumlu olan kurumdur. Bu nedenle RTÜK, topluma karşı bu sorumluluğunu titizlikle yerine getirmeli ve yaşanan ahlaki erozyonun önüne geçmelidir.
5'inci Yargı Paketi
5'inci Yargı Paketine ilişkin eleştirilerin yer aldığı açıklamada, "Hukuki işleyişe daha insani ve adil bir yaklaşım getirmesi umulan yargı reform paketlerinden beşincisi, TBMM başkanlığına sunuldu. Özellikle anne-babası boşanmış çocuğun velayetine sahip olmayan ebeveynin çocuk ile şahsi ilişki kurulmasına dair işlemler ve çocuk tesliminde yetkinin icra dairelerinden alınması ve bunun için özel birimler kurulması olumlu bir adımdır. Ayrıca velayet hakkını kötüye kullanan ebeveynden bu hakkın geri alınabilmesi de önemli bir çözümdür. Öte taraftan kamu vicdanını yaralayan ve toplumsal bir beklenti haline gelen sorunların giderilmesine yönelik bir düzenlemenin pakette yer almaması da hayal kırıklığı oluşturmuştur. Özellikle genç evlilik mağdurları ile süresiz nafaka zulmü yine es geçilmiş, aile kurumunu yerle bir eden gayrimeşru ilişkiler ile zinayı yeniden suç olarak ele alacak bir düzenlemeye bu pakette de yer verilmemiştir." denildi.
"Din, ahlak ve toplumsal değerlerle güçlendirilmiş bir hukuk düzeni inşa edilmeli"
TÜİK’in açıkladığı 2020 yılı hukuk verilerine değinilen açıklamada, "Açıklanan istatistiklere göre geçtiğimiz yıl en az 266 bin kişi hükümlü olarak cezaevinde bulunmuştur. Tutuklu veya tutuksuz olarak ceza yargılamaları devam eden kişilerle bu oran oldukça vahim bir tabloyu oluşturmaktadır. Yaralama ve hırsızlık suçlarının en yüksek adli suç oranını teşkil ettiği istatistiklere göre suç işleyenler arasında yükseköğretim ile lise mezunları azımsanmayacak oranlardadır." bilgilerine yer verildi.
"Bir hukuk düzeninin başarısı cezayı infaz ile değil, suçu önleme oranı ile ölçülebilir." denilen açıklamada, "Hukuk ve eğitim sisteminin suçları önlemediği bir gerçeklik olarak karşımızdadır. Yargı reform paketlerinin, ceza hukukunu ıslah edici bir misyona kavuşturması elzemdir. Din, ahlak ve toplumsal değerlerle güçlendirilmiş bir hukuk düzeni ve eğitim sistemi mutlaka inşa edilmelidir." çağrısında bulunuldu.
Açıklamanın devamında şu görüşlere yer verildi: "2020 yılı içerisinde açılan soruşturma dosyalarının yüzde 56,1’i hakkında takipsizlik kararı verilmesi, adli makamların gereksiz yere meşgul edilmesi ile birlikte vatandaşın haksız bir şekilde mimlenmesi anlamı taşımaktadır. Soruşturmaya yer olmadığı kararı önemli bir reform adımı iken bunun işletilmeyerek soruşturma açma geleneğinin sürdürülmesi anlaşılır şey değildir. Bu anlamda adalete aracılık etmek, hukuk ile insanlara eziyet etmeye dönüşmüştür. Hükümetin, söz konusu istatistiklerden yola çıkarak problemleri doğru teşhis etmesi ve uygun iyileştirme kanallarını harekete geçirmesi gerekmektedir.
"DEDAŞ’ın keyfi uygulamaları sona erdirilmeli, elektrik borcu olan vatandaşlara kolaylık sağlanmalı"
Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Siirt, Batman ve Şırnak’a enerji dağıtan Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) yetkilisinin, "bölgede borcunu ödemeyen çiftçilere artık elektrik vermeyecekleri" yönünde ifadeler kullandığının hatırlatıldığı açıklamada, bu durumun zaten zor şartlarda ekim yapan çiftçileri zor bir sürece mahkûm ettiği belirtildi.
Açıklamada, ülke ekonomisine önemli katkıları olan çiftçilerin şartlarının kolaylaştırılması gerekirken daha da zorlaştırılarak adeta ekim yapamaz duruma getirilmelerinin anlaşılır bir durum olmadığı ifade edilerek, "Tarım sektörünün ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmesinde çok önemli işlevler üstlendiği unutulmamalıdır. Elektrik dağıtım şirketinin astronomik ceza uygulamaları ve çiftçiyi borçlandırmada ortaya koyduğu keyfilik, bölge insanını usandırmıştır. İnsanların bu konudaki şikâyetleri her geçen gün daha da artıyor. Bilinmelidir ki; çiftçi biterse bunun sıkıntısını bütün ülke olarak yaşayacak, bir ekmek için dışarıya el açmak durumunda kalacağız. Bunun önüne geçebilmek için öncelikle DEDAŞ’ın keyfi uygulamaları sona erdirilmeli, elektrik borcu olan vatandaşlara kolaylık sağlanmalıdır. Bununla birlikte elektrik ile sulu tarım yapan çiftçiye elektrik desteği sağlanmalıdır. Ülkenin yararına olan uygulama, çiftçinin tehdit edilmesi değil, desteklenmesidir." değerlendirmesinde bulunuldu.
"Suudi Arabistan, bölgede istikrarsızlığı ve ayrışmayı körükleyen politikalarına devam ediyor"
Suudi Arabistan’ın Lübnan’a yönelik yaptırımlarına tepki gösterilen açıklamada, "Lübnan’ın Enformasyon Bakanı George Kardahi'nin Suudi Arabistan’ın Yemen’de yürüttüğü savaşı eleştirmesi üzerine Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından Lübnan’a karşı diplomatik ve ticari yaptırım kararı alındı. Uzun süredir ekonomik ve siyasi krizle mücadele eden Lübnan’a yönelik bu yaptırımlar ülkenin ekonomisinde yeni bir yıkıma sebep olacaktır. Daha önce Katar’a karşı da benzer bir ambargoyu örgütleyen Suudi Arabistan, bölgede istikrarsızlığı ve ayrışmayı körükleyen politikalarına devam ediyor. Bölgesel politikalarını tehdit ve yaptırımlarla dayatan Suudi Arabistan, Yemen’de olduğu gibi Lübnan’da da halkı yoksulluk ve kaosa mahkûm etmeye çalışmaktadır. Suudi Arabistan başta Lübnan olmak üzere bölge ülkelerine karşı bu tehditkar tutumundan derhal vazgeçmeli, bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini ihtilafları derinleştirmek için değil, bitirmek için kullanmalıdır." denildi.
"BM ve komşu ülkeler acil yardım paketleri ile Afganistan’ı desteklemeli"
Afganistan’da 20 yıl devam eden ABD işgalinin sona erdiği ancak onlarca insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan saldırı ve patlamaların devam ettiğine dikkat çekilen açıklamada, son saldırılar hatırlatılarak Afganistan’ın istikrar ve huzurunu hedef alan bu menfur saldırılar telin edildi, taziye dilekleri iletildi.
Öte taraftan Afganistan’da açlık ve yoksulluk çeken insanların sayısının da her geçen gün arttığına işaret edilen açıklamada, "Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanı; Dünyanın Afganistan’da sadece siyasi bir gerginliğe değil aynı zamanda ekonomik çöküşe de şahitlik ettiğini, insanların kendi topraklarında hayatlarını idame ettiremez duruma geldiğini, 2022’nin başına kadar Afgan halkının yüzde 97’sinin yoksulluk sınırının altında kalabileceğini ifade ederek yardım çağrısında bulundu. Dışardan gelecek sınırlı yardımlarla 38 milyon insan hayatını devam ettiremez. Bu durum, komşu ülkelere ve Avrupa’ya göçü tetikleyecektir. Bu nedenle Afganistan bir an önce istikrara kavuşturulmalıdır. İnsani yardım anlamında da BM ve komşu ülkeler acil yardım paketleri ile Afganistan’ı desteklemelidir. Bütün tarafları bu konuda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyoruz." ifadelerine yer verildi.