28 Şubat'ın topyekûn olarak toplumu hedef aldığını söyleyen HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcı ve Parti Sözcüsü Mehmet Yavuz, 28 Şubat'ın dünü ve bugününe dair Rehber TV'de önemli değerlendirmelerde bulundu.
28 Şubat darbe sürecinin tek bir ayağı olmadığını, millete yönelik topyekûn bir saldırı olduğunu vurgulayan Yavuz, "O günler kara bir leke olarak ifade edilir ama bu çok yetersiz tanım olur. 28 Şubat'ı şöyle tanımlamak daha doğrudur, daha gerçekçidir: 28 Şubat bu millete, bu milletin değerlerine, inancına, kültürüne, geleneğine yönelik topyekûn saldırı girişimidir. O açıdan bunu sadece bir kara leke olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü birden çok sacayağı olan ve adeta bu milleti millet yapan ana değer aziz İslam'ı hayatın içinden silme operasyonudur. Katı-laik ve seküler bir anlayışı bu millete dayatma girişimidir. Bunun tekbir sacayağı yoktur. Darbe, askeri ayağının ötesinde bir kurumlar diktatörlüğü şeklinde karşımıza çıkmıştır." dedi.
Halkoyuna sunulacak anayasa değişikliğini eleştirenlerin geçmişte 28 Şubat darbesini ayakta alkışlayanlar olduğunu da hatırlatan Yavuz, sözlerine şöyle devam etti:
"Özellikle o günlerde darbeyi ayakta alkışlayan çevrelerin 16 Nisan 2017 referandumuna yönelik olarak yaptıkları açıklamalarda tek adamlık rejiminden bahsediyor olmalarının pratikte hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü o gün bir tek adam yoktu, bir kurumlar diktatörlüğü vardı ve birden çok kurumun güya anayasadan aldıkları yetkilerle millete ve milletin değerlerine karşı nasıl bir ihanet içerisinde olduklarını hep beraber gördük. İşin hakikati, HÜDA PAR olarak; yetersiz ve eksik bulmakla beraber, 16 Nisan 2017 referandumuna yönelik evet kararımızın altında yatan en önemli gerekçelerden bir tanesi de budur. Yani milleti alçakça vuran darbelere yönelik hazırlanan, anayasal askeri vesayetin ve bu oligarşinin bir adım dahi olsa geriletilmesini biz değerli bulduk ve bu açıdan bütün eksikliklerine ve yetersizliklerine rağmen evet dedik."
"Birden çok sacayağı olan topyekûn bu saldırı girişimini bir ihanet girişimi olarak değerlendirmek mümkündür"
Milletin iradesinin yok sayılarak cuntacı bir anlayışla milletin değerleri üzerinden tankların yürütüldüğünü söyleyen Yavuz, "Aslında o günleri hatırlayanlar gayet iyi bilirler. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri fiili olarak Başbakanlık yapıyordu. Yani milletin seçmiş olduğu meşru Başbakan yönetimden uzaklaştırılmış, onun yerine bir vesayet kurumu olan Milli Güvenlik Kurulu'nun Genel Sekreteri ülkeyi fiili olarak idare ediyordu. Oysa millet Refah Partisini kendi değerleri doğrultusunda hükümet etmek üzere yönetime getirmişti. Milletin iradesi yok sayılarak cuntacı bir anlayışla milletin değerleri üzerinden tanklar yürütüldü. Sadece askeriyede değil siyasette, üniversitelerde, borsada, birden çok sacayağı olan topyekûn bu saldırı girişimini bir ihanet girişimi olarak değerlendirmek mümkündür." ifadelerini kullandı.
"TÜSİAD'ın, medyanın, sendikaların, rektörlerin, yargıçların generaller karşısında esas duruşa geçmeleri gerçekten iğrenç manzaralar oluşturmuştur"
28 Şubat sürecinde hukuksuz uygulamalarda bulunan Batı Çalışma Grubunu da hatırlatan Yavuz, "Hatırlanacak olursa; o dönem Başbakanlık Takip Kurulu adı altında bürokrasinin bütün kademelerini teftiş eden bir kurum ortaya çıkarılmış, yüz binlerce, belki de milyonlarca insanı fişleyecek olan Batı Çalışma Grubu (BÇG) ismi altında korsan ve hukuksuz bir kuruluş ihdas edilmişti. Bununla da kalınmamış; hem TÜSİAD'ın, hem de medyanın, sendikaların, rektörlerin adeta askerler karşısında, generaller karşısında esas duruşa geçmeleri şeklinde gerçekten iğrenç manzaralar oluşmuş, hele hele yargıçların kendi cübbelerini cuntacı askerlerin postallarına paspas edercesine onlardan brifing almış olmaları kara bir leke, bir ihanet, bir utanç tablosu olarak bu milletin hafızasında yer almıştır." dedi.
Darbe anayasaları ve darbeci zihniyetin arka planı
Darbelerden sonra askeri vesayet düzeni kuranların milleti zapturapt altına alan anayasalar yaptıklarını belirten Yavuz, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Millete rağmen ilan edilen statüden sonra milleti 'demokratik olgunluğa' erişmemiş gözüyle görenler, her darbeden sonra kendilerine uygun askeri vesayeti ihdas eden, milleti zapturapt altına alan anayasalar yazmışlardır. Bunlardan 2 tanesi son derece önem arz etmektedir. 1960 darbesi sonrası yazılan 61 Anayasası'yla 80 darbesinden sonra yazılan 82 Anayasa'sı bu bağlamda son derece önem arz etmektedir. Bunlarla sol-seküler, yani kısacası dünyevi, İslam'a ve bu halkın değerlerine yer vermeme niyetinde olan cuntacı güçler, 28 Şubat'ı kendileri açısından bir fırsat olarak görmüşlerdir. Belki de bu darbeler geleneğini, sol-seküler anlayışı katı laikçi bir anlayışla bu millete dikte etmek için altın vuruşlarını yapmak istemişlerdi. Bu anlamda yapılan bütün darbelerin hülasasında bunu görmek mümkündür. Darbeci generallerden dönemin Genelkurmay Başkanının 28 Şubat süreci için “Bin yıl sürecek” demiş olması elbette bundan kaynaklıdır. Aziz İslam neredeyse hayatın bütün alanlarından silinmek istenmiştir. Sadece kamusal alandan değil, özel alan dahil olmak üzere hayatın tüm alanlarında insanların İslami görünürlüğe sahip olmaları engellenmek istenmiştir."
28 Şubat’ın Kürdistan’a bakan yönü
28 Şubat'ın Kürt illerindeki karşılığının ne olduğu hususunda da değerlendirmelerde bulunan Yavuz, "Bir de bunun özellikle Kürdistan coğrafyasındaki ayağından bahsetmek gerekiyor. Bu toprakların çocuğu ve cuntacıların gadrine uğramış bir insan olarak, 28 Şubat'ın Kürt illerindeki karşılığını şöyle okuyorum: 28 Şubat, Kürdistan coğrafyasında sol-seküler anlayışların önünü açma, dindar camiaların ise önünü kapatma girişimidir. Bu anlamda uluslararası sistem ile uyumlu sol - seküler laik bir anlayışa sahip olan PKK’nin önünün açıldığını ve o dönemde Hizbullah Cemaati başta olmak üzere bütün dindar yapıların sindirildiğini, yok edilmek istendiğini, dindar insanlara yönelik bölge üzerinde cadı kazanının kaynatıldığını, sürek avlarının başlatıldığını, insanların fişlendiğini, binlerce insanın işten atıldığını, binlercesinin zindanlara atıldığını ve halen bu mağduriyetlerin devam ettiğini söylemek mümkündür." dedi.
28 Şubat’tan 15 Temmuz’a
28 Şubat sürecinin FETÖ'yü güçlendirdiğini, 15 Temmuz sürecine kadar özenle beslendiğini vurgulayan Yavuz, şunları ifade etti:
"Küresel ajandaların bu memlekete dayattığı bir ev ödevi var. Nedir o ev ödevi? 15 Temmuzdan sonra belki bunu çok daha net bir şekilde görebildik. Özellikle FETÖ yapılanmasının, 15 Temmuz için nasıl özenle yetiştirildiğini, saklandığını ve büyütüldüğünü de hep beraber müşahede ettik. Hem 1980'deki askeri cuntanın hem de 28 Şubatçı zihniyetin kesinlikle kendilerine ve kurumlarına hiçbir şekilde ilişilmediği FETÖ yapılanmasının yanı sıra 28 Şubat sonrası bölgede PKK’nin önünün açılmasının başkada bir izahı yoktur. Bu açıdan meseleye bakıldığında bu darbenin hangi zihinsel kodlara sahip olduğunu pekâlâ anlamak mümkündür. Altını çizerek bir kez daha tekrar etmek istiyorum: Küresel güçlerin bu bölgede, Ortadoğu denilen İslam coğrafyasını yeniden dizayn etmek, kendi emelleri doğrultusunda haritaları yeniden şekillendirmek, kendi laik sekülerist anlayışlarını, modernist anlayışlarını Kürt coğrafyasında ortaya koyduklarını çok rahat bir şekilde ifade edebiliriz. Tıpkı 80-90 yıl öncesinde Türk modernizminde ortaya koydukları gibi."
28 Şubat’ın ekonomik sonuçları
"28 Şubat’ın işbirlikçi, emperyalist bir darbe olduğunu çok net bir şekilde ifade edebiliriz." diyen Yavuz, darbenin ekonomik sonuçları hakkında şöyle konuştu:
"Dönemin 'kudretli' Genelkurmay 2’nci Başkanı Çevik Bir'in altında imzasının bulunduğu gerek ekonomi alanında gerekse de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin modernizasyonu kapsamında araç-gereç ve envanterine yeni malzemelerin kaydedilmesi adına 150 milyar dolarlık anlaşmalar yapıldığını ve bu anlamda ülkenin dışa bağımlı hale getirildiğini biliyoruz. Yine; iktisadi ve ekonomik açıdan 1999 yılındaki ekonomik kriz ve hemen akabinde 2001 yılında Cumhurbaşkanı Necdet Sezer ile dönemin başbakanı Bülent Ecevit arasındaki anayasa kitapçığının fırlatılması sonrası oluşan ekonomik buhran hepimizin hafızalarında yerini korumaktadır. Gerek ekonomi alanında alınan kararlar, gerek askeri anlamda yapılan anlaşmalarla devletin dışa bağımlı hale getirilmiş olması bu millete yönelik bir ekonomik ihanetti. Repo dediğimiz gecelik faiz yüzde 7500'lere tırmandırılmak suretiyle fakir biraz daha fakirleşmiş, bu darbenin altında imzası bulunan bir avuç mutlu ve güya kutlu azınlık, daha da zenginleştirilmiştir."
28 Şubat sürecinin oluşturduğu mağduriyetler giderilmeli
28 Şubatçılarla hesaplaşılmadığının en büyük göstergesinin hâlâ devam eden mağduriyetlerin giderilmemesi olduğuna dikkat çeken Yavuz, "28 Şubat'ın mağdur ettiği birçok kesim oldu. Biraz önce ismini saydığım başta Hizbullah Cemaati olmak üzere özellikle Sivas Davası'nın mağdurlarının hâlâ bir mağduriyet içerisinde tutulması ciddi bir tenakuz ve çelişki olarak karşımızda durmaktadır. Bunların da ötesinde 28 Şubat darbesinin yeteri kadar soruşturulmaması, suçluların ve bu millete karşı ihanet girişiminde bulunanların adalet önüne çıkarılmaması çok ciddi bir eksikliktir. Darbenin gerek askeriye, manşetlerle siyaseti dizayn etmeye çalışan, halkın seçmiş olduğu bir Başbakana yönelik en iğrenç iftiralarda dahi bulunabilen, tahkir ve tezyiflerle onun zayıflatmaya çalışan kökü dışarıda, dış destekli finansman kuruluşları ile dirsek temasında bulunan medya patronlarına dokunulmamış olması; sendikaların, rektörlerin yargı önüne çıkarılmaması çok ciddi bir eksikliktir. Bu durum 28 Şubat’la hesaplaşılmamış olduğunun en bariz göstergesidir." diye belirtti.
Maşeri vicdanı tatmin edebilecek bir şekilde 28 Şubat mağdurlarının hem maddi hem de manevi alandaki bütün sıkıntılarının giderilmesi gerektiğini vurgulayan Yavuz, şu ifadeleri kullandı:
"HÜDA PAR olarak, bu meselelerde ciddi bir mağduriyet yaşamış ve halen yaşamaya devam eden bir camianın temsilcisi olarak şunu ifade etmek istiyorum: Mağduriyet yaşayan bütün insanlara yönelik ivedilikle ve acilen, maşeri vicdanı tatmin edebilecek bir şekilde bu insanların hem maddi hem de manevi alandaki bütün mağduriyetlerinin giderilmesi ve varsa maddi anlamdaki mağduriyetlerinin tazmin edilmesi gerekiyor. Bu cümleden olarak, özellikle cezaevlerinde belki de o günlerden bu yana 20 yılı aşkın bir süredir zulmen kaldığına inandığımız insanlarla ilgili adımların atılması ve mağduriyetlerine son verebilecek hukuki girişimlerin başlatılması gerekiyor. İşte bütün bu adımlardan sonra bizler 28 Şubat'la hesaplaşıldığını söyleyebiliriz. Ve İşte o zaman bin yıl sürecek denilen 28 Şubat'ın bin yıl sürmediğini gönlü rahat bir şekilde söyleyebiliriz."
Hürriyet'in manşetini HÜDA PAR olarak affedilmez buluyoruz
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesinin "karargâh rahatsız" manşetiyle ilgili de açıklamada bulunan Yavuz, şu değerlendirmede bulundu:
"Aslında 'karargâh rahatsız' haberinin üzerinde durmak gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanının yapmış olduğu açıklamada 'bu bir terbiyesizliktir' şeklinde değerlendirmesi oldu. Sayın Cumhurbaşkanı bence çok nazik konuştu. Bu açık bir ihanettir. 28 Şubat'ı yaşamış, 15 Temmuz'u yaşamış bu milletin önüne böyle bir manşetle çıkılmasını biz HÜDA PAR olarak affedilmez buluyoruz. Bunu sadece bir terbiyesizlik ya da bir nezaketsizlik ya da bir seviyesizlik olarak değerlendirmek eksik olur. Bunun sorumlularının mutlaka açığa çıkarılarak milletin vicdanını tatmin edecek bir şekilde cezalandırılması gerekir. Yani 28 Şubat'ı yaşamış, böyle bir ihanetle karşılaşmış ve 15 Temmuz işbirlikçi, emperyalist darbesine maruz bırakılmış, 250'ye yakın insanının maalesef katledilmesine, binlerce insanın yaralanmasına, ülke kaynaklarının tahrip edilmesine maruz bırakılmış bir millete karşı bu gazete ya da bu zihniyetin temsilcilerinin geçmişi hatırlatarak bize adeta posta koymaya kalkışması, millete parmak sallayarak küstahlıkta bulunmasının bedelinin yasalar önünde çok ağır bir şekilde ödetilmesi gerekir. Bu münasebetle hükümeti özellikle bu konuda en ufak bir boşluk bırakmadan gereğini yapmaya davet ediyoruz."
28 Şubat sürecinin eğitime etkileri
"Aslında darbeciler en büyük tahribatı Milli Eğitim kurumunda yaptılar." diyerek 28 Şubat sürecinin eğitime vurduğu ağır darbelere değinen Yavuz, sözlerine şöyle devam etti:
"Hatırlanacağı üzere, 8 yıllık kesintisiz eğitim adı altında adeta bir cinayet işlendi ve eğitime yönelik sabotajlar düzenlendi. Bu da millete yönelik bir ihanettir. İmam Hatip Liseleri gibi bu milletin bağrından çıkmış, gençleri dini ve diyaneti doğrultusunda şekillendirmeye çalışan, ülkemizin güzide kurumlarından bir tanesini kapatma adına ortaya konulan bu ihanetin de hesabının da sorulması gerekiyor. Hele hele hayatlarının en güzel anlarında, okullarının son sınıflarında, tıp fakültesinin, hukuk fakültesinin, iktisat, işletme, eğitim fakültelerinin ya da mühendislik fakültesinin herhangi bir kademesinde başı örtülü olduğu gerekçesiyle bu milletin evlatlarının, gencecik kızlarımızın derdest edilmeleri, sanki bu millete karşı bir ihanet içindeymiş gibi muameleye tabi tutulmaları hafızalarımızdan silinmeyecek derecede tazeliğini korumaktadır."
Yavuz, "Bunun için hükümet; hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan, milleti tekrar kendi değerleriyle buluşturacak, inanç değerleriyle barışık olmasını da göz önünde bulundurarak Milli Eğitim'de darbeci geleneğin ortaya koymuş olduğu bu ihaneti bütün sonuçlarıyla bir an önce ortadan kaldırmalıdır. Milletin inanç ve değerlerine uygun bir müfredat ile bu halkın karşısına çıkması hükümetin ve siyaset kurumunun boynunun borcudur." dedi.
İLKHA