“Süreç” kavramı nereden çıktı. Gerçekten sürece, pazarlığa ihtiyaç var mıydı? Kürt sorunu “bir varmış, bir yokmuş” şeklinde daha ne kadar devam edecek. Kürt sorunu da, Alevi sorunu da, Başörtüsü sorunu da vardır. Ama aslında bütün bu sorunların adını doğru koymak gerekirse; sorun, Rejim sorunuydu. İşgalcilerin Lozan vb. gizli anlaşmalarla dayattıkları, halkı tek tipleştirme sorunuydu. Herkesi özgün haliyle kabule yanaşmayan standartlarını batılıların dayattığı, Kürt, Alevi, Müslüman tipi oluşturma sorunuydu işin aslı.
Rejim elindeki gücünü kullanarak büyük bir kurnazlıkla sorunun adını da kendisi koydu. Kendini böyle sorunların kaynağı olmaktan çıkartabildi. Sanki bu ülkede halkın iradesiyle oluşmuş bir rejim var, halk tarafından benimsenmiş, adil ve sorunsuz bir devlet var. Ancak bu adil! devletin çarkına çomak sokan Müslümanlar, aleviler, Kürtler var. Sorunu bunlar çıkartıyor. Bu güne kadar devletin tepelediği gruplar devlet yerine birbirlerini suçlamak suretiyle rejimin ekmeğine yağ sürdüler. Alevi ve Kürtler, Sünnilere niye bizi tanımadın deyip sorunlardan dindarları, dindarlar da Alevi ve solcuları sorumlu tuttular.
28 Şubat soğuk süreci zalim rejimin zulümlerinde zirve yaptığı dönem idi. “Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığın en yakın olduğu zamandır.” sözü gerçekleşiyordu. Nitekim mazlumların desteği ile Ak Parti iktidar oldu. İlk yılları rejimin anayasal müesseselerinin baskısı altında geçen Ak Parti giderek vesayetçilerin baskısından kurtulmaya başladı.
Hatırlamaya çalışalım. Ak Parti bir “açılımlar” serisi başlatmıştı, Alevi açılımı, Romen açılımı, Kürt açılımı, azınlık haklarının iadesi vs. Hatta hiç unutmam bir bakanla görüşmemizde bu açılımlardan bahisle “başörtüsü açılımına ne zaman sıra gelecek” demiştim. O da “biz kendi seçmen kitlemizin haklarını bilerek sona bırakıyoruz” demişti. Aslında ulusalcı kesimin doğru bir biçimde ifade ettiği gibi Ak Parti gücü nispetinde rejimle yüzleşmiyor, adeta hesaplaşıyordu. Vesayet zayıfladıkça Ak Parti prangalarından kurtuldukça zorba rejim zayıflıyor, buna mukabil hakları elinden alınanlar giderek haklarına kavuşuyorlardı.
Açılımlar çerçevesinde TRT 6 kanalı Kürtçe yayına başladığında ilk tepkinin PKK çevrelerinden geldiğini hatırlayalım. Zira her bir hakkın verilmesi ile örgüte bir darbe indirilecek “silah” ve dolayısıyla örgüt meşruiyetini kaybedecekti. Sessiz sedasız, pazarlıksız bu haklar verilmeye devam edilseydi şimdiye kadar ana dilde eğitim hakkı da verilmiş olacaktı.
Nasıl olduysa sanki içerden gizli bir el; zaten yıpranmış, dağılmaya yüz tutmuş örgütü yeniden ihya etmek istercesine örgütü görüşmelere pazarlıklara davet etti. “Sürecin tarafları” diye uyduruk bir şey çıktı. Hal bu ki çözümün tarafları değil, mercii/makamı vardı ve o da hükümet idi. Mesela alevi süreci CHP ile, başörtüsü SP ile masaya oturularak müzakere edilmemişti. Neden Kürt meselesi HDP ile müzakere edilsin ki. Silahlı örgütle müzakere edilmesi mecburiyeti nereden icap ediyordu? Silahlı mücadele herkesin kabul ettiği gibi bir takım sebeplerin sonucu değil miydi? Sebepler ortadan kaldırıldığında sonuçlar da ortadan kalkmayacak mıydı?
Devletler arasında yapılan bir savaşı sonlandırmak için yapılan barış müzakerelerini andıran heyetler arası görüşmeler “.. aklına karpuz kabuğu düşürmek” gibi olmadı mı? Şimdiye kadar verilen haklarla çoktan bitmesi gereken bir sorun bu anlamsız süreç ile sorunlar yumağına dönüştürülmüş bulunmaktadır. Biraz ağır olacak ama silahlı kuvvetlerini örgütün esiri konumuna düşürdükten sonra ortalama bir örgütün kendi esirlerini öldürmemesini marifet gibi sunmanın bir anlamı var mıdır?
Ortalama bir seçilmişin en onulmaz yarası ve kişilik zaaflarından olan karşı tarafa verilen bir hak karşısında mihnet uyandırma duygusu meseleyi bu hale getirmiştir. Yüzyılların meselesini ben çözdüm, Kürtlerin gasp edilmiş hakları benim üstün çabalarım sonucu verildi diyebilmek için bir muhataba ihtiyaç duyulmuştu. Hakların verilmesinde rolünü tescil ettirmek için heyetlere ihtiyaç vardı. Gasp edilen hakların iadesi zaten milli görüş çizgisinin temel felsefesi idi. Bu yönüyle hakların iadesinin banisi kuşkusuz Sayın Cumhurbaşkanı'dır. Ancak bunu “pazarlık süreci” haline getiren “alt akıl” danışmanlığı ile ünlenen kişiye aittir. Suçüstü yakalanınca hemen kıvırabilen alttan alan adeta kendisine hakaret edercesine Sn. Cumhurbaşkanına yaltaklanan şimdiye kadar çoktan çözülmüş olan bir sorunu çözümsüz hale getiren kişidir.