Seçim barajından dolayı HÜDA PAR, desteklediği Hür Adaylar'la seçime giriyor.
Hayırlı, uğurlu ve bereketli olsun inşaallah!
Neden “Hür Adaylar” dediğimizi birkaç görsel medya organında ifade ettik ama yazılı olarak da kayıtlara geçmesi bakımından bir kez daha dile getirmekte fayda görüyorum.
Hür Adaylar, alemlerin Rabbi olan Allah'a kul olmayı en büyük “Hürriyet” olarak gördüklerinden Hakk'ın hatırını hiçbir hatıra feda etmezler.
Hiçbir şahsi menfaat beklentisi içinde olmazlar ki esasen bu, pratik olarak mümkün de değildir.
Kendi şahsi menfaatlerini halkın menfaatlerinden üstün tutmazlar.
Hür Adaylar ve geldikleri gelenek, aslında siyasete çok da aşina veya heveskar değildir.
İddia edildiği gibi partiyi veya particiliği tekfir etmemişler, sadece siyasete mesafeli durmayı tercih etmişlerdir..
Ancak kendileri açısından “Mecburiyet-i Kat'iyye”nin hasıl olduğuna inandıkları zaman da siyasete girme kararı almışlardır.
Bu konudaki en önemli düsturlardan biri de Bediüzzaman Molla Said'in ortaya koyduğu şu kıstastır:
“Karşı tarafın meleğini şeytan; kendi tarafındaki bir şeytanı da melek olarak görmemek”
Bediüzzaman'ı siyasete mesafeli kılan ve ona “Euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyaseh” meşhur sözünü söyleten de bu kıstasa aykırılık endişesidir.
Kuşkusuz bu tehlike el'an devam etmektedir ve edecektir de.
Günaha girme tehlikesinin hep varolması gibi.
Ancak Hür Adaylar'ın geldikleri gelenek ve devraldıkları miras, etkin bir denetleme/otokontrol mekanizmasını da beraberinde getirmiştir.
Bu mekanizma var olduğu müddetçe “Dava” partileşmeyecek veya “Siyaset” politikleşmeyecektir.
Her ne kadar politik kirlenmişliğin tavan yaptığı bir dönem ve coğrafyada yaşıyorsak da Hür Adaylar temiz bir siyaset yapılabileceğini ispat etmişlerdir.
30 Mart yerel seçimlerinde HÜDA PAR'ın ortaya koyduğu pratik ortadadır.
Yalan söylemeden de, hakaret etmeden de, seviyeyi ve üslubu düşürmeden de siyaset yapılabileceğini Hür kadrolar kanıtlamıştır.
Aday seçimleri sürecinden parti çalışmalarına, seçim sonuşlarına varana dek, en rahat olanlar Hür Adaylar'dır.
Çünkü onlar göreve talip olmamış, belki istemedikleri halde partilerinin karar organları tarafından görevlendirilmişlerdir.
Geriye tek bir şey kalıyor:
Bütün yetenek, kabiliyet, istidat ve donanımlarını bu yolda harcamak ve sonuçları Allah'a havale etmek.
Çünkü sonuçların sahibi Allah'tır.
Sonuçları belirleyecek olan da kuşkusuz yine Allah'ın iradesidir.
Bu açıdan huzur bahşeden bir tevekkül hali içindedirler.
Asla hırs içinde değildirler.
Çünkü “Mü'minde hırs, sebeb-i hasarettir (zarar sebebidir)” düsturunu iyi bilirler.
Hür Adaylar için başarı “doğru olabilmek ve doğru olarak kalabilmek”tir.
Meşru bir hedefe ancak ve ancak meşru araçlar ve yöntemlerle gidilmesi gerektiğinden haberdardırlar.
Makyavelizmi (hedefe ulaşmada her şeyi mübah görme), pragmatizmi (çıkarcılık) ve opürtünizmi (fırsatçlık) reddederler.
Kollektif bir akıl ve şuurla alınan kararları uygulamada kararlı, ısrarcı ve inatçıdırlar.
Bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan istikrarlı bir yapıya sahiptirler..
Kendi şahısları adına değil, bir “Şahs-ı Manevi” adına hareket ettiklerinden “hiç ender hiç” olduklarının bilincidedirler.
Yani kendilerine verilen kıymetin bu şahs-ı maneviye müteveccih olduğunu bilir ve böbürlenmezler.
Bu ve bunun gibi özellikler, davanın şahsa değil, şahısların davaya bağlı olması gerektiğine dair toplum nezdinde bir bakış açısı değişikliğine zemin hazırlayacaktır inşaallah.
Bu da fertleri veya toplumları ihya, ıslah ve tecdid iddiasındaki bir hareketin gömleğin ilk düğmesini doğru iliklediği için, diğer düğmelerin de doğru iliklenmesini beraberinde getirecektir.
“Rabbimiz! Kendi katından bize bir rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl!”(Kehf-10)