Hür Dava Partisi (Hüda Par), henüz resmi olarak kurulmadan, açıklanan ismiyle farklı çevrelerde farklı bakış açılarıyla yankı bulmaya başladı.
Partinin resmiyet kazanıp tüzüğünün açıklanmasıyla beraber tartışmalarda hissedilir bir artışın yaşanacağını kestirmek zor olmasa gerek.
Türkiye’nin nabzının, ister Kürt illeri deyin, ister Kürdistan deyin, isterse Güneydoğu deyin, bu bölgede attığından kuşku yok. Devleti temsil eden AKP ile Kürt muhalefetini temsil eden BDP/PKK arasında kıran kırana bir politik-askeri hakimiyet mücadelesinin sürdüğü bölgede, ne AKP tüm İslami kesimleri temsil yeteneğine sahip bulunuyor; ne de BDP/PKK’nin tüm Kürtleri temsil yeteneğine sahipliği söz konusu değil. Ama ikisinin de yine de önemli oranda bir manevra alanına sahip olduğu da kuşkusuz.
AKP ile BDP arasında kapışılan her ‘oy’un bölgeyi temsiliyet kabiliyetine yorumlandığı bir ortamda HÜDA-PAR’ın ortaya çıkacak olması, ilk etapta, Türkiye’de alışılagelen yoz siyaset tarzının da bir sonucu olarak, “Kime rakip olacaklar?” sorusunun sorulmasına neden oluyor.
Elbette hiçbir parti, kendini tek bir bölgeye hapsetme yöntemini benimsemez. Ancak bölgenin siyaseten diri olması ve HÜDA-PAR’ın da hitap edeceği kitlenin önemli bir bölümünün bölge insanından oluşması, ister istemez ana damarının da bu bölge olacağını gösteriyor. Bu fiili durum da, “Kime rakip olacaklar?” sorusundan muradın AKP ile BDP olduğunu ortaya koyuyor.
Gerçi BDP’lilerden şimdilik olumsuz bir açıklama gelmediği gibi, mesela Ahmet Türk’ün Nusaybin’de gazetecilerden birinin sorusu üzerine yaptığı açıklama son derece olumlu, hatta özgürlükçü bir yaklaşım içeriyordu. BDP/PKK çizgisinin, farklı muhalif seslere tahammül etmediği genel kanısına karşın şimdilik olumlu yaklaşım göstermeleri, HÜDA-PAR’ın alacağı oyların, büyük oranda AKP’den kayacak oylar olacağı öngörüsüne dayanıyor. Bu öngörüye göre AKP, kaybedeceği oylarla bölgede biraz daha gerileyecek ve temsiliyet yarışmasında bir adım daha gerilere düşecektir.
AKP çevreleri ise, şimdilik suskun gibi gözükse de, gerek bazı bölümleri medyaya yansıyan “Hizbullah raporu”, gerekse de AKP’yi üst kimlik olarak özümsemiş gazeteci-yazar-aydın kesimlerden bazılarının yaklaşımları göz önüne alındığında kafa karışıklığının ciddi boyutlarda olduğunu görmek mümkün olabilmektedir.
AKP’ye yakınlığını gizlemeyen, hatta AKP’liliğini BDP karşıtlığıyla özdeşleştirenlere göre HÜDA-PAR, AKP’nin başaramadığı BDP/PKK’nin bölgesel siyaset tekelini kırmaya aday bir oluşum olarak görülüyor. Daha da ilginci, AKP’nin hem “layüs’el” oluşu, hem de hatalardan münezzeh bir “siyaset-i kamil” yürütüyor olması, BDP’yi tek rakip haline getiriyor. Dolayısıyla bu partiye kayacak oyların da BDP’den kayacağı öngörüsünde bulunuluyor.
Bununla beraber AKP’lilerin “endişeliler” grubunun farklı bir mülahaza yürüttükleri de biliniyor. Özellikle geçen hafta Ahmet Taşgetiren’in bir makalesine de konu olan “AKP’nin Hizbullah Raporu”na yansıyan düşünce, BDP/PKK’nin durumuna ek olarak Mustazaflar’ın partileşecek olmaları hayra alamet sayılmıyor. Hatta kopuşu hızlandıracak “Kürtçü İslamcı” bir akımın aktif hale geleceği türünden “derin devlet” aklının yıllardır seslendirdiği bir argüman dahi dillendirilebiliyor. Bu açıdan da bölgedeki sorunların, özel olarak da Kürt sorununun bir an önce çözüme kavuşturulmasının gereğine vurgu yapılıyor.
Biliyorsunuz, Türkiye’ye has yoz siyasal anlayış, partilerin kuruluş gayesini rant ya da siyasal karşıtlık/rekabet temeline oturtuyor. Anlayış bu olunca kurulacak “HÜDA-PAR’” için de tez elden bir rakip peydahlanma yoluna gidiliyor.
Oysa bölgenin siyasal temsiliyetini bölüşemeyen iki partiden biri olan AKP’ye bakarsanız, BDP’nin sorunların çözümü önünde en büyük engel olduğu değerlendirmesi yapılıyor. Aynı şekilde BDP’ye bakarsanız, AKP’nin sorunların çözümünün önündeki en büyük engel olarak değerlendiriliyor. Bırakın Türkiye’deki genel sorunları, bölgedeki bir takım özel sorunları çözmek konusunda dahi hakim iki parti, çözüm politikalarını günübirlik suçlamalara havale etmek durumunda kalmışlarsa, burada ciddi bir siyasal boşluğun mevcut olduğu gerçeği kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
Burada elbette çözülemeyen sorunları HÜDA-PAR gelip bir çırpıda çözecek gibi iddialı bir şey ortaya atmıyorum. Sadece “kime rakip olacaksınız” sorusuna karşın, bölgede bir siyasal boşluğun, siyaset açısından farklı bir soluk bekleyen bir kısır döngünün mevcudiyetine vurgu yapmak için bunları dile getiriyorum.
Hafta içerisinde Haber Türk televizyonunda yer alan programı izlediyseniz, bu ve benzeri konuların soru olarak parti sözcülerinin önüne ısrarla getirildiğini görmüşsünüzdür. Mesela Mustazaflar denince hep yapılan mitinglerin dile getirildiğini, parti bağlamında ise, “Efendim Peygamber sevdası için bu kalabalıklar geliyor. Yoksa sizin kitleniz değil bunlar” gibi iddialarla siyasal boşluğun olmadığı tezleri güçlendirilmeye çalışılıyor. Mesela bu düşünceyi özümsemiş görünenler acaba şunu düşünmekte midirler? Sadece BDP karşıtlığı duygusuyla AKP’ye oy verenlerin oranı; ya da AKP karşıtlığı duygusuyla soluğu BDP’de alanların oranını araştıran var mı?
Farklı alternatiflerin olmadığı, seçmen kitlesinin sadece iki partiye mahkum edildiği bir tablodan mucize çıkmasını mı bekliyorlar? AKP’nin gelinen noktada “halkçılıktan devletçiliğe” terfi edişini belki milli hassasiyetlerin de tetiklemesiyle batı illerinde etkisi hissedilmeyebilir; oysa bölgedeki yansımalarının AKP açısından bir tükenişin başlangıcı olmaya doğru gittiği gün gibi aşikârdır. Kürt sorununun çözümü noktasındaki iyimser beklentilerin tükenmeye doğru gittiği, bundan sonra yapacağı herhangi bir açılımın sadece PKK’nin geliştireceği reaksiyonlara endekslendiği gerçeği batıda belki fark edilmiyordur, oysa bölgede bunun etkisi o kadar canlı hissediliyor ki…
Başta başörtüsü olmak üzere dini alanlarda halkın beklentilerini karşılamak yerine politik oyunlarla İslami özlemleri “liberalize” ederek ucube bir yaşam tarzıyla yetinme yoluna gidilmesi belki batı illerinde genel manada kabul görmüş olabilir; oysa bölgede ve diğer bölgelerdeki İslami kesimler arasında hayal kırıklığına yol açması bariz bir boşluk oluşturduğu gibi, siyasal temsiliyete ciddi bir ihtiyaç alanı oluşturmuyor mu?
En basitinden kamuya ait bir alanda uygulanmaya çalışılan içki yasağı gibi bir hadiseyi bile siyasal alana taşıyacak mümessiller var iken, İslami kesimlere yapılan haksızlıkların bırakın siyasal alana taşınması, haberlere bile konu olamayacak duruma sokulması, temsiliyet boşluğunu ele vermiyor mu?
Homo-pro-bi-trans ve bilmem ne tür sapkınlıkların dahi yasal güvencelere kavuşturulması adına siyasiler birbirleriyle yarışırken, bu tür fantastik istekler siyasetin gündemine sokulurken, başörtülü öğrencilerin örtülerinden dolayı darp edilmesinin mevcut siyasilerin hiç birinin dikkatini çekememesi bir boşluğu ele vermiyor mu?
Her türlü transparan kiyafetin prim yaptığı okullarda 12 Eylül ürünü köhne yönetmeliğin İslamcı AKP eliyle cilalanarak parlatılması ve yeniden işler hale getirilmesi, dindarlığı önceleyen kesimlerin temsiliyet sorununu ortaya koymuyor mu?
Elbette bunları uzun uzadıya listelemek mümkündür. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki; bugün İslam dünyasının merkez bölgesi, Arap devrimlerinin de etkisiyle fokur fokur kaynamakta, bu hareketlilik belki de hesapta olmayan yerleri hatta içerisinde yaşadığımız bölgeyi de etkilemeye aday görünmektedir. Alışılagelen statüko çatırdamakta, sınırlar değişmekte, sistemler alabora olmaktadır. Büyük bir hareketlilik yaşayan civar bölgelerde yeni aktörler sahaya çıkmakta, yeni oluşumlar baş göstermekte, yeni fay hatlarıyla beraber farklı birliktelikler baş göstermektedir. Kapımıza da dayanmış bulunan bu siyasal-toplumsal hareketlilikte teşkilatlananlar boşalan dümenlere daha erken geçme şansını da yakalamaktadırlar. Bu bakımdan teşkilatlanarak siyasal alana çıkmak, İslamileşmeye kayan bölgesel gelişmelerle paralel olarak İslami ve insani hakların savunucusu, sözcüsü olma vakti gelip çatmıştır.
Özellikle Kürt halkının üzerinde farklı odakların gayri İslami veya emperyal emeller yürüttüğü bir zaman diliminde İslami kimliği ete kemiğe büründürecek siyasal bir yapıya şiddetle ihtiyaç duyulurken karşıtlarımızın bizlere rakip ya da jargon tayin etmesinin anlamı kalmamıştır.