Müslümanı doğru yoldan, yani sırat-ı müstakimden uzaklaştıran, sapıklığa çağıran üç ana sebep (aktör) vardır: Şeytan, ehli kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar), bid'at ve hurafeler. Bid'at ve hurafeler, çoğunlukla farkına vardırmadan doğru yoldan uzaklaştırıcı oldukları için, en az ilk iki sebep kadar, hatta bazen onlardan daha etkili, yanıltıcı ve saptırıcı olabilirler.
Sağlıklı bir İslami hayat için, önce sağlam inanç esaslarına ve bunlara bağlı bir ibadet hayatına sahip olmak gerekir. Ondan sonra yozlaşmaya yardımcı olacak hurafe ve batıl inanışlara kapılmadan körü körüne taklitçiliği terk ederek çevre, toplum ve ecdattan devralınan anlayışı Kur'an ve sünnet ölçüsüne vurarak ciddi, bilinçli ve sürekli bir denetime ihtiyaç vardır.
Bilindiği gibi hakikatin zıddı olan hurafe, aslı esası olmayan, uydurulmuş, saf ve doğru inançlar arasına katılmış, bazı zaman ve mekânların uğuru veya daha çok uğursuzluğu ile ilgili olarak dillerde dolaşan abartılmış hikâyelerden, efsane ve keramet adı altında uydurmalardan ibarettir. Batıl inanışlar da bu asılsız söylentilere inanmak ve gereğine göre hareket etmek demektir.
Her devirde, her toplumda az-çok, ama mutlaka görülen hurafe ve batıl inanışlar, toplumların ortak derdi olarak daima gündemi işgal etmiş bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Hurafe ve batıl inanışların bu derece insanlığın başına dert olmasında genellikle cehalet, alışkanlık, gelenek-görenek, çıkar hesapları, istismarlar ve kişisel zaaflar etkili olmuştur.
Hurafe ve batıl inanışların, ekonomik olmaktan çok kültürel ve itikadi bir mesele olduğunu baştan söylememiz gerekir. Nitekim dinler tarihi bize göstermektedir ki, insanlar tarihin çeşitli dönemlerinde doğrudan uzaklaşmışlar, birtakım yaratıkları kutsallaştırıp ilahlaştırmış, hurafe ve batıl inanışların tutsağı olmuşlardır. Bütün bu dönemlerde Allah, rahmetiyle muamele etmiş, peygamber ve kitap göndererek, insanlığı asılsız, zararlı inançlardan kurtarmaya, dünya ve âhirette huzurlu kılmaya çağırmıştır. İşte peygamberler aracılığıyla verilen bu ciddi savaşa tevhid mücâdelesi denilir.
Tevhid mücadelesi, putperestlerle olduğu kadar hurafe ve batıl inançlarla da mücadele etmek demektir. Kur'an ve Sünnet de aynı şartlar içinde zuhur etmiş ve aynı mücadeleyi nakli olduğu kadar, akli ve mantıki metodlarla da en başarılı bir şekilde yürütmüştür. Bunun tarihi kanıtı ise, "cahiliyye devri" diye bilinen İslam öncesi toplumların, Kur'an ve Sünnete uydukları süre içinde dünya toplumlarınca özlem ve gıpta ile izlenen İslam medeniyetini gerçekleştirmiş olmalarıdır.
Toplumun hangi kesimine mensup olursa olsun, sosyal ve siyasal kültür düzeyi ne derecede olursa olsun yeterli ve sağlıklı dini bilgisi olmayan ve inanç boşluğu içinde bulunan kişilerin, hurafe ve batıl inançlara kapılması mümkündür. Zira insan bir şeyin özünü bilmesi için onun zıddını da bilmesi gerekir. Bazen insanlar İslam'ı bilmedikleri için cahiliyeyi din olarak tanır ve hamiyetli bir taassupla onu savunabilir.
Bundan kurtulmanın yolu ise, toplumu, yeterli ve sağlıklı bir din bilgisine sahip kılmaktan geçer. Hurafelerin en büyük zararı, önce onlara kapılanlara dokunur. Çünkü hurafeler, kişileri farkına vardırmadan doğru yoldan ayırır. Onlar, iyi bir şey yapıyoruz diye avunurlarken bir de bakarlar ki, savundukları şey, onları sözde inandıkları dinin gerçeklerinden uzaklaştırıvermiş ve sürükleyip başka mecralara atmıştır.
Hurafe ve batıl inançlara kapılmış kimi insanlar, bu durumlarına "dindarlık", bunlara karşı çıkılmasına da "inançsızlık, sapıklık" damgasını vururlar. Oysa dinin kabul etmediği anlayış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Dindarlık, ancak dinî olanı, dinden olanı dince kabul ve emredileni, emredildiği şekil ve şartlarda yerine getirmekle mümkündür.
Hakkın ölçüsü, sadece haktır. Hak, Kuran'da belirtildiği gibi Allah'tan gelen ve Allah'tan geldiği gibidir:"Hak olan, Rabbinden gelendir. Sakın kuşkulananlardan olma." (Bakara: 147)