Her ibadetin bir ruhu, bir de cesedi vardır. Ruhsuz ceset ölüdür, kıymetsizdir. Ölü bedene ne kadar emek harcansa da bir fayda vermez. Ceset veya kalıp, ruhla beraber olunca bir kıymet kazanır, ilgilenmeye, emek harcanmaya değer. Cesed için ruh ne ise, ibadetler için de ‘ihlas’ odur. İhlassız ibadet ölüdür ve makbul değildir. İhlas; yapılan ibadetin sadece emrolunduğu için yapılmasıdır. İbadetleri, dünyevi yahut uhrevi faydaları için yapmak doğru değildir.
İhlas, kalpte bir nur olmakla beraber, etkisi insanın vücuduna ve davranışlarına da yansır. İnsanın iç dünyasındaki her fikir ve niyet şu veya bu şekilde onun dış yüzüne, davranış ve sözlerine yansır. Yunus’un dediği gibi:
Gönül yüksekte gezer
Daima yoldan azar
Dış yüzüne o sızar
İçinde ne var ise
Namaz ibadetindeki ihlasın kişinin kalp ve bedeni üzerinde oluşturduğu etkiye ‘huşu’ denir. İç dünyamızdaki her değişimin etkisi, dışımıza da yansır. Kızgınlık, öfke, üzüntü sevinç içimizde meydana gelir ama; beden de bu değişimden etkilenir. ‘Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.’ (Fetih:29)
Namazlardaki huşu hali, ibadetlerden haz almanın da kaynağıdır. Acıktığımızda yemek ararız ve lokmalar ağzımızdayken açlığı gidermenin verdiği bir lezzeti alırız. Buna benzer bir durum namazlardaki huşu için de söz konusudur.
Hemen şunu da belirtelim ki, aldığımız gıdadan lezzet alabilmek için sağlıklı olmamız gerekir. Hastalık anında beden yemeğe karşı iştahsızdır. Yemek istemez; yediğinde de lezzet almaz. Aynen bunun gibi nefsin hastalığı da vardır. Günah ve isyanlar da nefs ve ruhun hastalığıdır. Günahlarla yaşayan kişi namaz kılmak istemez; kılsa da manevi bir tat bulamaz. İbadetten tat alınmayınca da o ibadet kişiye ağır gelir. Malik b Dinar şöyle der: 'Beden hastalanınca ne yemek ne su ne de uyku ona rahat veremez.
Kalpler için de aynı şeyi dünya sevgisi yapar. Dünya sevgisine kapılan bir kalp ne öğütten fayda bulur ne de okumaktan.'
‘Onlar,namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar,insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.’ (Nisa: 142)
‘Sabırla, namazla Allah’tan yardım dileyin, Rablerine kavuşacak ve O’na döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir. (Bakara:45)
Celâleddîn-i Rûmî, namazda olması gereken şekil-mana bütünlüğünü konusunda şöyle der: ‘Namaz içtedir fakat sen onu mutlaka şekillere sokarsın. Görünüşte rükû ve secde ile ona bir sûret vermek lazımdır. Bunları yaptığın zaman, ondan nasibini alır, muradına erersin. ‘Onlar, namazlarına devam ederler’ (Mearic:23) âyetindeki namaz rûhun namazıdır. Sûreten, şeklen kılınan namaz geçicidir, devamlı olmaz. Çünkü ruh, deniz âlemidir, sonsuzdur; cisim ise deniz kıyısı ve karadır; sınırlı ve ölçülüdür. İşte bu yüzden devamlı namaz ancak rûhun olabilir. Rûhun da rükûu, secdesi vardır; fakat bunları açıkça şekillerle göstermek gerekir. Çünkü mânânın sûretle bağlılığı vardır. İkisi bir olmadıkça fayda vermez. Eğer kayısı çekirdeğinin sadece içini ekersen bir şey bitmez. Oysa onu kabuğu ile diktiğin zaman biter.’ (Fihi Ma Fih)