Hamdolsun her halimize…
Mektep, Arapça bir kelime olup kökü ”kitabet/yazmak” fiilinden gelmektedir. Mana itibariyle ”yazıhane” demektir. Bu kelime, önceleri eğitim görülen mekânlar için kullanılırdı. Haliyle mekteplerin taşıdığı mana öğrenim yuvaları demekti. Peki, insanın öğrenmesi için birinin konuşup anlatması ya da yazması mı gerekli? Bazen insan, gökte uçan ufacık bir kuştan, daha konuşmayı dahi tam olarak bilmeyen küçücük bir çocuktan, kalın kitaplarda yazanlardan çok daha fazlasını öğrenmez mi?
Mektebi sadece kelime ve konuşmaların olduğu alanlara sınırlandırmak haksızlık olur. Başlı başına insan ve hatta hikmet nazarı ile bakabildiğimiz her şey de mekteptir. Zira bazı mekteplerde kavilden çok hâl konuşur.
Hüzün, kalbi sessizce tüketen, bazen soluksuz bırakan, uykularını kaçıran, kişinin bakışlarını sürekli gökyüzüne çevirmesine sebep olan ve hatta insanın acziyetini en iyi şekilde anlamasına vesile olan huzurun nazlı kapısıdır.
Hüzün biraz da gözde akmaya hazır bir damla yaş, secdede uzun uzadıya yakarış, ellerin semaya açılıp ”Allah’ım” dedikten sonra sözlerin kifayetsizliğinden ötürü ellerin dakikalarca semada açık kalışıdır.
Yavuz Sultan Selim ”Gamına gamlanıp olma mahzun, Demine demlenip olma mağrur, Ne dem baki ne gam baki, Ya Hû!” demiş. Bunu ne hüzün ne de sevinçlerimizin sürekli olmadığını öğrendiğimizde daha iyi anlayacağız.
Hüzün, insanı insan kılar. Gecesi uykusuz geçenin gündüzünü inşa eder. Kelime manası ”en düşük/en alçak “ olan dar-ı dünyada ahirete fayda sağlayacak ameller ile meşgul olma çabası içerisine girmeye vesile olur. Hüzünden kastımız bunalmış bir halet-i ruhiye değil mutlak. Kişiyi kendinden alandan ziyade kendine getiren, yoğuran, doğrultan bir hüzün…
Hüzün için Yusuf Kaplan: “Hüzün insanı yeşerten bir mekteptir. Hüzünlü kalp muhabbeti cezp eder. Allah hüzünlü kalbe rahmet eder.” demiş.
Peki, nasıl bir mektep hüzün mektebi?
İlk olarak kişi halden şikâyet etmemeyi ve Rabbi ile olan ilişkisini düzeltmeyi, O’nu tanımayı sevmeyi bilir ve öğrenir. Ve artık “Ne elinizden kaçırdığınıza ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz.” (Al-i İmran/, 153) ayet-i celilesinin vücut bulmuş hali olarak yaşamaya başlar. Bu mektep kişinin başına gelen her şeyin Allah’tan olduğunu biliyor oluşunu tekrardan hatırlatır. Ve böylece bir türlü uslanmayan gönül, sükûnetin selametine bırakır kendini. Neye üzülmesi gerektiğini, halden şikâyet etmemeyi ve bir başka gönlün yükünü kendi yükünmüş gibi sahiplenmeyi öğretir bu mektep.
Hüzün mektebi öğrencisi için hiçbir şey eskisi gibi değildir artık. Dert sahibidir kişi. Toplumun inşası için kendinden başlar evvelâ. Yaratıcısını ve Rasulünü hakiki manada tanıma ve sevme gayreti içerisindedir. İki günü aynı olması ziyanına düşmez. Her bir harfi sadra şifa olan kelamullahı anlayarak ve amel ederek okumak için çaba sarf ediyordur. Boş kaldı mı hemen başka bir işe koyulur. Ashabı tanır. Hz. Ebu Bekir’in sadakatini, Hz. Ali’nin ilmini, Hz. Ömer’in cesaretini yüreğinde taşır. Hakkın hatırını her hatırın üzerinde tutar, hüzün mektebi talebesi.
Sönmeyen bir ateş vardır artık bu mektebin talebesinde. Toprağa ekilen tohum gibi çiçek vermeye durmuştur. Kışın ayazı, yazın sıcağı demeden bağrında taşımıştır hüznünü. İşte bu kadardır insan. Derdi kadar vardır. Derdi kadar gözünde yaş, yüreğinde sızı vardır. Ve insan! Derdi kadar insandır. Çünkü menfaat değil muhabbet ehlidir.
Son olarak, okuduğum bir kitapta aklımın bir köşesinde kalan cümlelerin sessizliğine bırakıyorum sizi:
“Ağlamak… Yalnız gözyaşı dökebilen insan anlayabilir bazı şeylerin hikmetini. Biz, hüzün Peygamberinin (SAV) ümmetiyiz, diyor dede. Ağlayabilen ağlar, ağlayamayanlar ağlar gibi yapar.” Rasim Özdenören/Gül Yetiştiren Adam
Hüzün mektebinin nadide talebesi! Unutma ki gül çarşısında herkes farklı tükenir.
Halime Çay | Nisanur Dergisi | Ocak 2021 | 110. Sayı