Namaz müminin miracı, yani Mevla ile buluşmasıdır. O halde bu önemli buluşmaya, ilâhi huzura çıkmadan önce iyi bir hazırlığın yapılması gerekir. Hazırlıklar tamam değilse, menzile ulaşmada sorunlar yaşanabilir.
Müminin miracı demek olan namaza başlamadan önce yapılması gereken zahiri hazırlık abdesttir. Abdest maddi temizliktir. Yani mümin, Rabbi ile buluşurken kirli ve dağınık değil, temiz ve tertiplidir. Abdest, şekil olarak her ne kadar maddi temizlik boyutunda kalan bir şey olsa da, manevi ve kalbi temizliğin manasını da içinde bulundurur.
Bilindiği üzere ibadetleri icra etmede manevi temizlik boyutu daha önemli ve önceliklidir. İbadetlerin dış şekilleri, yemişlerin kabukları gibidir. Kabuk, sadece özün korunması için gereklidir. İçi boş veya çürük olan yemişin kabuğu tek başına bir anlam ve değer ifade etmez. Kabuk, içinde sakladığı özle beraber değerlidir ancak. Bundan dolayıdır ki Allah Teâla şekilden ziyade öze, bedenden çok kalbe ve içindekilere bakar, oraya değer verir.
Günah kirlerinden arınmak, kalbi yoran isyanların ağırlıklarından kurtulmak gerçek hakiki temizliktir. Günahların ağırlığıyla beraber yol alınmaz. Zihni, dünyevi işlerden arındırmak gerekir ki namazın hedeflediği noktaya varılabilsin. Zihin, kalp ve duyuların dünya işi ile adeta sarhoş olduğu bir halde iken namaza durulmamalı. Kur’an’daki ‘Ey iman edenler: Ne söylediğinizi bilinceye kadar sarhoş iken namaza yaklaşmayın.”(Nisa,43) âyetinin “Ne söylediğinizi bilinceye kadar” ifadesi, sarhoş kimseleri namaza yaklaşmaktan men etmenin illetini açıklamaktadır. Bu illet, zihnini vesvese ve dünya düşünceleri kaplamış gafil kişiler için de geçerlidir ki, o da sarhoşluğun bir başka türüyle sarhoş olmuştur. Bazı tasavvuf ehli alimlerin yanında Muhammed Esed’e de göre de, ayette geçen ‘sarhoş iken’ ifadesi, sadece alkol türü sarhoş edicileri kapsamaz; çünkü ‘sekr’ terimi, geniş anlamıyla, insanı zihinsel melekelerini tam olarak kullanmaktan alıkoyan herhangi bir zihinsel uyuşukluk, … kısaca normal muhakemenin şaştığı veya ortadan kalktığı her türlü durumu ifade eder. Kur’ân, bilinçli olmayı her ibadetin vazgeçilmez unsuru olarak sürekli vurguladığından, insan, namaza ancak zihinsel melekelerine tam hakim olduğu ve ‘ne dediğinin farkında bulunduğu zaman durabilir.” (Esed Muhammed, Kur’an Mesajı, I,146 )
Namaz öncesi hazırlıklardan diğer önemli biri de maddi ihtiyaçlar; tuvalet, yeme içme gibi ihtiyaçların baskısı altında olmamaktır. Bu tür bedensel ihtiyaçlar namaz esnasında insanı meşgul edip namazdaki manevi huzuru kaçıracaklarından namazdan önce bunlardan kurtulmak gerekir. Rasulullah(sav) efendimiz de ‘sofra hazırken namaza durmayın’ buyurarak bu konuya dikkat çekmişlerdir. Ortaya konmuş sofradaki yemeklerin kokusuyla beraber namaza durmak uygun olmadığı gibi, tıka basa yemiş olarak namaza durmak da yanlıştır. Aslında zaten Müslüman, ne namaz vaktinde ne de başka bir vakitte tıka basa yemek yemez.
Çok yemek yemenin değişik sağlık sorunlarına sebep olmasının yanında bunun manevi hayatımızı, ibadetimizi de olumsuz etkileyeceği muhakkaktır. Tecrübeler çok yemenin aşağıdaki bazı önemli zararları doğurduğunu ortaya koymuştur. Çok yemekte altı kötülük var denilmiştir:
1-Alah korkusunu kalpten çıkarır.
2-Acıma duygusunu zayıflatır. Çünkü tok bir insan her kesi kendisi gibi tok zanneder.
3-Tok insana ibadet ağır bir iş olarak görünür.
4-Tok insanın kalbine vaaz ve öğüt tesir etmez.
5-Tok insanın verdiği öğüt etki etmez.
6-Tokluk değişik hastalıkların baş sebebidir. Bütün hastalıklar ağızdan içeri girer. İnsan kendi mezarını kendi dişleriyle kazar.
Yazımızı Hazret-i Mevlânâ’nın ibadetlerin özünün önemine vurgu yapan veciz sözüyle bitirelim: “Keçinin gölgesini kurban etme!”
Yani ibadetleri; gölge hükmünde olan, zâhir ve sûret plânından ibaret zannetme!.. Zâhirî şartlarına riâyet etmekle birlikte, sen asıl rûhâniyet, vecd ve istiğrak tarafına geç!.. İbadetleri bu mânâ derinliği ile edâya teşvik sadedinde yine Hz. Mevlânâ şöyle buyurur:
Öyle bir abdest al ki hiç bozulmasın. Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin.