Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in insanları “abdullah” olmaya davet ettiği günden bu yana, Onun düşmanları hiç eksik olmadı.
Ebû Cehil gibi amcası Ebû Leheb de… Mekke’nin en zenginlerinden Übey b. Halef gibi, efendilerinin çıngıraklarını çalan nice köle ve cariye de… Şair Ebû Azze gibiler de… Ona düşmanlık ettiler.
Medine’de münafıkların yanında Yahudiler de sürekli Onunla mücadele ettiler.
Bizans İmparatoru Heraklius, İslam orduları karşısında “Elveda Suriye!” demek zorunda kaldıktan sonra, Bizans’ın nice sözde “bilge”si, imparatorun takdirini kazanmak için ömrünü Hz. Peygamber’e karşı mücadeleyle tüketti.
Endülüs’ün fethi ve Müslümanların Katolikliği zorlamaya başlamasıyla, Bizans’ın düşmanlığını Avrupa Katolikliği izledi.
Fransız İhtilali ile Katoliklik çökünce eski bağnaz papazların yerini alan ve kendilerine “aydın” diyen, bir tür ihtilal papazları, Hz. Peygamber’e düşmanlıkta hiç geri kalmadılar. Ernest Renan’ın öncülüğünü yaptığı bu yeni çağın inançsızlarının zihin ve kalbine hak hücum ettikçe hakka karşı düşmanlıkları arttı.
Günümüz Avrupa’sında ise Hz. Peygamber’e düşmanlık edenler, sadece Siyonistlerin aldattığı faşistler değildir. Meselenin kültür kanadında hep eski sosyalistler vardır. Nitekim şeytan ve dostlarının ürünü karikatür ve benzeri postmodern hakaretler, hep eski sosyalistlerin elinden çıkmadır. Onların ürettiklerini faşistler sahiplenir. Böylece ortaya müşterek bir düşmanlık çıkmaktadır.
Ancak Hz. Peygamber’e bunca düşmanının yanında Onun dostları da hep var olmuş ve hep artmıştır. Mekke’de idama götürülen esir sahabeler Zeyd b. Desinne ve Hubeyb’e ayrı ayrı sordular: “Senin yerine Muhammed’in elimizde olmasını ve senin evinde olmanı istemez miydin?”
Kalpleri Hz. Peygamber’in sevgisiyle dolup taşan Zeyd ve Hubeyb, “Allah’a yemin olsun hayır! Muhammed’in ayağına bir diken batmasına karşılık dahi evimde olmaya sevinmem!” diye müşrikleri hayrette bırakan bir cevap verdiler. Yüzyıllardır nice Zeyd ve Hubeybler var oldular. Onun sevgisini dillendirdiler.
Hz. Peygamber’e yapılan düşmanlığa rağmen nice insan, O’nun yoluna sarılarak bunalımından, içini daraltan hislerden kurtuldu ve O’nu sevdi, Onun gibi yaşamayı umdu ve Onu anlattı.
Müslümanlar, her dönem Onu anmak için yollar yöntemler geliştirdiler. Bu yol ve yöntemlerden bir kısmı yaygınlık ve süreklilik kazandı. Mevlid, bu yaygınlık ve süreklilik kazananların en başında gelir.
BU GECE 12 REBİÜLEVVEL
Bu gece 12 Rebiülevvel Hz. Peygamber’in viladet günüdür, Mevlid-i Şerif günüdür. Mevlid tebrikleri, Müslümanların geçmişte, Hz. Peyamber’i kitlelere anlatmak için geliştirdikleri en verimli yol ve yöntemlerden biridir.
Hz. Peygamber’i anlatmaya dönük pek çok yöntem gelip geçici kalırken Mevlid, süreklilik kazanmış ve Hz. Peygamber’in sevgisinin baş şehirlerden en ücra köşelere ulaşmasına vesile olmuştur.
Mevlid sayesinde her yıl 12 Rebiülevvel, Müslümanlar arasında Hz. Peygamber’in hayatını anlama ve sevgisini ihya günü olmuştur. O gün yapılan tebriklerde Hz. Peygamber’in hayatı anlatılmış, Ona salat ve selam getirilmiş, Onun sevgisi kalplere nakşolmuştur.
İslam dünyası Haçlı istilası ile yüz yüze kaldığında ise Mevlid tebrikleri, ihya/diriliş hareketi içinde başka bir anlam kazanmış ve tarihte ilk kez kitleselleşmiştir.
Zorluklar, ancak Onun sünnetine sarılarak aşılmış; Mevlid, Onun sünnetini anlamak ve yaşamak için büyük bir vesile olmuştur.
Sonraki yüzyılda sünneti anlamaya bambaşka bir yorum getiren bazı alimler, Mevlid etkinliklerini kitleselleştiren yapıya sertçe karşı olmalarına rağmen Mevlid tebriklerini hayırlı görmüşler ve bu tebriklerin icrasına karşı çıkmamışlardır. Dolayısıyla Mevlid tebrikleri konusunda ümmet arasında, istisna kişiler hariç yüzyıllar boyu bir ittifak oluşmuştur.
Hz. Peygamber’e salat ve selam getirmek duanın kabulüne vesile olduğundan Müslümanlar, 12 Rebiülevvel dışında da herhangi bir konudaki dualarının kabulü için sadaka vermek istediklerinde o sadaka öncesinde Mevlid okumuşlar, o vesileyle salat ve selam getirip Hz. Peygamber’i anmışlardır. Bu etkinlikler, üzerinde çokça düşünülmesi gereken, hakikaten yüksek bir şuurun ve sağlam bir tutarlılığın ürünüdür.
Son iki yüzyılda ise dışarı ile ilişkisi hakkında önemli bulgular bulunan Arabistan kaynaklı bir hareket, Müslümanların Asr-ı Saadet’ten bu yana kendilerini ayakta tutmak için geliştirdikleri bütün yol ve yöntemlere savaş açtıkları gibi, Mevlid’e de savaş açtılar.
Ne var ki o yapı, bilinen yol ve yöntemleri yıkarken onların yerine yenilerini koymadı. Onun için bugün, kendi kitleleri arasında Hz. Peygamber sevgisini ve Onun bereketli sünnetini yaşatmakta güçlük çekiyor.
Ne yazık ki o hareketin etkileri modern duyarsızlıkla buluştuğunda Müslümanlar, Mevlid’in bireysel ve toplumsal ihya bereketinden yoksun kaldılar. O harekete en muhalif olanlar dahi Mevlid’in alanını kıstılar ve Mevlid’in İslam’ı topluma ulaştırma fonksiyonlarını göz ardı ettiler.
Mevlid, bir zamanlar Yörük çadırlarında topluca icra edilen yegane İslamî etkinlikti. Yaptıkları iş gereği, Cuma namazlarına dahi gelemeyen, bayramların topluca tebrikinden dahi yoksun kalan Yörükler, 12 Rebiülevvel tebriklerini hiç ihmal etmezlerdi. O gün, mutlaka Mevlid okuyacak bir hocayı çadırlarına davet eder, hep birlikte oturup Hz. Peygambere salat ve selam getirir, ardından aynı sofraya oturarak Müslüman yanlarını ihya eder ve İslam üzerinden birlikteliklerini pekiştirirlerdi.
Mevlid tebrikleri, onların çadırlarına ulaşan nurdu. O nur, onlarla İslam arasındaki bağı ayakta tutardı. Sadece Yörükler değil, hocası bulunmayan küçük mezralar için de aynı durum söz konusuydu.
Bir de büyük yerleşim alanlarında Cuma namazlarına, vaaz ve nasihate ilgisiz nice zengin veya yoksul kişiler vardı ki onlarla İslamî etkinlikler arasındaki yegane yol da Mevlid tebrikleri ya da Mevlidli tebriklerdi.
İslam’a en duyarsız kişiler dahi 12 Rebiülevvel’de evinde Mevlid tebrik etmeyi vazife bilir. O gün şapkalarını ters çevirerek el pençe divan durur; Hz. Peygamber’in manevi hizmetkârı olurlardı. Bununla birlikte yılın herhangi bir gününde askerlerini, uzağa gidecek herhangi bir yolcusunu yola çıkarmadan önce aynı vaziyete alırlardı. Bunun hasıl ettiği bir toplumsal hâl vardı ki nice kişi o toplumsal hâl içinde, bir kütüphane Siyer okumuş; ama Mevlid karşıtı hocalardan daha çok Hz. Peygamber’e bağlanırdı. Ona muhabbet duyar, Onun sevgisini dillendirir, övgüsünü destekler; Ona yapılan düşmanlığa zerre tahammül etmezdi.
Mevlid tebrikleri, asla Hz. Peygamber’le ilgili ilmî araştırma ve anlatımların alternatifi değildir. İlmi araştırma ve anlatımlar da asla Mevlid tebriklerinin yerini tutamaz. Bu iki alan, ancak birbirlerini tamamlar.
Günümüzde gerçekleştirilen Mevlid etkinliklerinin en mühim niteliği, ilmi mahiyette olması ve büyüklere seslenmesidir. Oysa geçmişte, çoğu zaman bir günü aşan Mevlid tebrikleri ilim ehli gibi avama da seslenirdi ve özellikle çocukların zihin dünyasında Hz. Peygamber sevgisi oluştururdu. Günümüz Mevlid etkinlikleri/programları, sadece anlatımın öne çıktığı “öğretim/bilgilendirme/haber verme” işlevine sahip iken geçmişte Mevlid tebrikleri, bugünkü dille bir “eğitim”, kadim kavramlarımızla ise bir “maarif” programıydı. Onlarda güzel sesler kalplere seslendiği gibi eller de açılır, çok yönlü ikram programları ve hediyelerle aynı zamanda çocukların zihin dünyasında Hz. Peygamber’le bereket arasında bir ilişkilendirme yapılırdı.
Mevlid tebriklerinin ihlasla yapıldığı yörelerde Marksizm aldığı bütün desteğe rağmen yayılamamıştır. Yayıldığı yerlerde kişileri dikkat çekici bir paradoksla “İslam’a” düşman etmiş; ama Hz. Peygamber’in şahsına düşman edememiştir.
Marksizm’in bataklığına saplanmış nice kişi, eğer çocukluğunda Mevlid tebriklerinin heyecanını yaşamışsa, “Ama ben hâlâ Hz. Muhammed’i çok seviyorum. Onun yüce bir insan olduğuna kalbimden inanıyorum. Ona hakaret edilmesinden rahatsız oluyorum!” demiştir. Bu tür kişiler, akıldan yana sapmalarına rağmen bu duygusal bağ sayesinde zamanla yeniden İslam’la buluşabilmişlerdir. Halbuki o duyguyu taşımayanlar, akıldan yana da sapınca bir daha geri dönmemek üzere kopabilmişlerdir.
Günümüzde Yörüklük kalmadı; ama metropoller, her tür vaaz ve nasihatten uzak kalan milyonlarla doldu. Mevlid hâlâ onlara ulaşmanın yollarından biridir. Yeter ki günün gerçekliği içinde icra edilsin.
ÇOCUKLARA HZ. PEYGAMBERİ ANLATMAK
Osmanlı, Batılılaşma sürecine girdiğinde, eğitimde Batılılaşma programlarının çocuklara uygulanmaması için direndi. O tür programları en geç çocuklara uyguladı. Büsbütün Batılılaşan Osmanlılar ise en çok çocuklarının Batılılaşması için yatırım yaptılar. Çocuklarını bebeklikten Batılı yetiştirsinler diye evlerine Batılı dadılar aldılar; okul çağlarında ise çocuklarını Osmanlı’daki Batılı özel okullara yazdılar.
28 Şubat Dönemi’nde en çok çocuklara yönelik İslamî eğitim hedefe kondu. Çocukların Kur’an-ı Kerim Kurslarından uzak kalması için kurslara kayıt yaşı yükseltildi. On yaşın altındaki çocukların yaz kurslarına dahi devam etmesi yasaklandı.
2002’den sonra ise 28 Şubat’ın açtığı yaralar onarıldığında en çok çocuklara yönelik çalışmalara karşı çıkıldı. Urfa’daki bir Kutlu Doğum etkinliğinde çocukların ilahi söylemesi kayda alınarak hükümete muhtıra verme gerekçelerinden yapıldı.
Bu tarihsel süreç bütün olarak değerlendirildiğinde çocuk eğitiminin ne kadar önemli olduğu ve bununla birlikte İslam karşıtlarını ne kadar ürküttüğü kolaylıkla anlaşılabiliyor.
Son on yıla kadar Siyer’le ilgili çocuk kitapları yok denecek kadar azdı. Var olan kitaplar da çocuk eğitimi için uygun sayılmazdı.
Son birkaç yılda ise çocuk eğitiminin bütünü gibi Siyer’le ilgili eğitimde tamamen görselliğe ve dijitale dayandı. Görsel ve dijital malzeme kullanmanın, çocukta Hz. Peygamber sevgisini kolayca oluşturacağına dair yaygın bir kanaat oluştu.
Halbuki İslamî eğitimin kendine has bir yanı vardır ve bu kendine özgü yanların tepesinde hep ihlas/samimiyet yer alır: Anlatıcının ihlas ve samimiyeti.
Görsel ve dijital levhalar/ekranlar, mekaniktir, soğuktur ve çoğu zaman anlatıcının samimiyetini hissettirme niteliğinden uzaktır.
Görsel ve dijital malzeme elbette kullanılacaktır. Ancak salt, bu malzemeye dayanmak korkunç hayal kırıklığına yol açabilir.
Bir baba, anne veya büyük kardeşin çocuğun gözlerinin içine bakarak, çocuğun ellerini tutarak, başını okşayarak anlatacağı bir Siyer, görsel ve dijital malzemeden çok daha etkilidir.
Mevlid-i Şerif, bunun için büyük bir fırsattır. Hep birlikte salavat getirmek, son salavatta ayağa kalkıp elleri saygıyla üst üste koyarak durmak, çocuğun zihin dünyasında güzel izler bırakır.
Bunun yanında Mevlid vesilesiyle çocuklara hediyeler vermek, oyuncağının alınmasını o gün denk getirmek de çocuğun zihin dünyasında iz bırakır ve kalıcı bir sevgi oluşturur. Bu bağlamda günümüzde, geçmişin hayırlara vesile olmuş tebrik biçimlerini eleştirip kalmak yerine Mevlid-i Şerif tebriklerine farklı boyutlar getirmek Ümmetin maslahatına daha uygundur.