İbadetler Allah’tan biz kullarına hediyelerdir. Alemlerin rabbi olan yüce Mevla’nın rahmetinden bizlere sunduğu bu hediyeleri gönül hoşnutluğu ve memnuniyetle alıp kabul etmek ve bizlere bu ikramından dolayı O’na minnet ve şükranlarımızı arz etmek kulluğun bir gereğidir elbette.
Evet, her şeyden önce ibadetlerin ilâhi birer ikram olduklarını, bir yük ve külfet olmadıklarını idrak etmek onlara gösterilecek saygının başında gelir. İbadetlerin dünyevi ve uhrevi bütün faydaları biz aciz kullar içindir. Allah’ın ne bizim taat ve ibadetlerimize ne de başka hiçbir işimize ihtiyacı olamaz. Dolayısıyla ibadetlerimizle ne Allah’a ne de başkalarına minnet etmek gibi bir hakkımızın olmadığını da asla unutmamak lazımdır. “Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: "Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin.” (Hucurat,17)
Dindarlığımız, sofuluğumuz, sadakamız, oruç, namaz ve cihadımızın hepsi bizim kendimiz içindir. Bunlarla gösteriş ve minnet etmek türünden tavırlar, bu amellerin Allah katındaki değerini tamamen ortadan kaldıracak sonuçlar doğuracağının bilincinde olmak, ibadetlere duyulan saygının önemli bir parçasıdır.
“Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.” (Bakara,264)
İbadetlere saygı ve hürmet konusunda hiç göz ardı edilmemesi gereken diğer bir husus ise, onların dış şekillerine değil, ifade ettikleri mana ve gerçekleştirmek istedikleri hedefe kilitlenilmesi gerektiğidir. Bu ibadet nasıl icra edilir, farzları, sünnetleri nedir, neler orucu bozar neler bozmaz gibi konular elbette yok sayılamaz; ama asıl önemli olan bu ibadetlerin bizim hayatımıza neler katması gerektiği, onlardan neleri öğrenmemiz gerektiğidir. İçi olmayan bir çekirdeğin kabuğu ekilirse, yeşerip bitki olur mu? İlmihal kitaplarımızdaki ibadetlerin icrası konusundaki bilgiler de birer kabuk mesabesindedir. Ancak bu, kabuğun önemsiz ve değersiz olduğu anlamını taşımaz. Zira kabuk olmadan sadece kabuğun içindeki özünü ektiğimizde de ürün alamayız. Bugün bizim düştüğümüz en yaygın hata ise, ibadetin özünü ve mesajını bilmeden sadece onların zahiri şekilleriyle yetinmemizdir. Bu hataya daha çok da ramazan orucu konusunda düşüyoruz sanki.
Farz kılınmış ibadetlerin hakkını vererek eda etmek konusunda hayli sorunlar yaşamaktayız. Her şeyden önce Müslüman toplumlarda farz ibadetlerin eda edilmesi konusunda aşırı denebilecek bir tembelliğin, önemsemezliğin olduğu bilinen bir gerçektir. Oysa dinin farizalarını özürsüz terk etmek büyük günahtır.
Şu aziz günlerde memleketimizin çarşı pazarlarına bir göz attığımızda durumun ne kadar üzücü olduğunu görebiliriz. Evet oruç tutan kendine tutar, tutmayana da kimse zorla tutturamaz. Ancak oruç ayında çarşı pazarda alenen yiyip içmenin de ahlâki hiçbir tarafı yoktur. Adama neden oruç tutmuyorsun desen, “Ben de Müslümanım, oruç tutmadık diye gavur mu olduk yani. Babam, dedem şöyle dindar böyle sofu ve hacıydı” diye savunmaya da geçer hemen. Değişik inançlara sahip insanların yaşadığı şu memlekette bir zamanlar gayr-ı müslimler bile ramazana saygı gösteriyordu. Bugün ise Müslümanım deyip ramazan günü mazeretsiz ve alenen oruç yiyenlerin olduğuna şahit oluyoruz. Bu durum ne kadar değiştiğimizin, ahlâki ve manevi değerlerden ne kadar uzaklaştığımızın bir göstergesidir.
İbadetleri eda edenlerimizin de bu ibadetlerin ruh ve manasının ifade ettiği anlamdan habersiz olmaları ise daha başka bir sorunumuzdur. Orucu, sadece belli saatlerde bir şey yememe ve içmeme seviyesine indirgemek, diğer bir ifade ile ibadetlerin içini boşaltmak en önemli sorunlarımızdan biridir.
Mümin, şu mübarek ayda orucuyla, iftar ve sahuruyla, teravihi ve infakıyla tam bir arınma ve temizlik gerçekleştirmek için çaba göstermeli. Celaleddin-i Rumi hazretlerinin yaptığı gibi ibadetleriyle konuşmalı, onları duymalıdır. O büyük mana ermişinin bir iki veciz ifadesiyle yazımızı noktalayalım:
“İslam’ın binası şu beş direk üstüne kurulmuştur: “Kelime-i şahadet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz.” Allah’a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur!
“Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor.
Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.
“Oruç der ki: “Bu, helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkân yok.”
Zekât der ki: “Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde, aynı yolda olandan nasıl çalar?” (Mesnevi, cilt: V, beyit no: 183-199)