Zaman dediğimiz olgu, bazen kendisinden başka binilecek vasıta olmayan bir kayık misali, yolcusunu alır ve salına salına yol alır. Hayat denizidir hareket alanı. Deniz engindir, menzil müphem.
Yolcu şaşkın, yolcu kaygılı, yolcu çaresiz!
Aciz ve muhtaç oluşunu tüm zerrelerinde hisseder...
Göz- gönül-akıl bir sahili selamet arar. Endişelerden, korkulardan azad olsun ister ruh...
Kendi elleriyle yaptıklarının ayaklarına pranga olmasından çekinerek ve yeni başlangıçlar için umudu azık edercesine şöyle bir münacaatta bulunur:
‘’Ey Rabbim!göndereceğin her hayra muhtacım...’’(Kasas 23)
O zaman lütuflar kuşatır cümle kâinatı, hayrın bulutları boşalır sağanak sağanak. Dünya, bir ‘’Tahtelbahir olur'' içine alır insanı.
Bazen de, bir balık misali yutuverir insanı. Hz. Yunus'u yuttuğu gibi
Çıkış yoktur, bir ışık bir nefes bir kapı arar insan.
Sonra şu nida anahtar olur, kapı olur nefes olur;
‘’Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten kendi nefsime zulmettim/zalimlerden oldum...’’(Enbiya 87)
İnsan işte, nisyanın vücuda gelmiş hali. Nereden geldiğini ve nereye gittiğini sık sık unutup, Rabbine karşı çenekeş ve asi olsa da, her ayağı taşa, başı belaya değdiğinde iki yaşındaki çocuğun annesine yapışıp yalvarması gibi, kendini yalvarır buluyor Rabbine...
Ama şunu unutuyor ve yineliyor her daim; duadan önce istiğfar, özür, tövbe/pişmanlık olmalıdır.
Yine, yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar gelip, Allah Azze ve Celle'nin El-Kabid ismi tecelli ettiğinde, tek çarenin yine O’nun El-Basıt ismine ve tecellisine sığınmak olduğunu bilmelidir...
‘’Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul etti.)Yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O’nun azabından)yine O'na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyendir.’’(Tövbe 119)
Sadece dara düşüldüğünde değil, geniş ve ferah zamanlarda da dua müminin azığıdır, umududur, mürşididir.
‘’İnsana bir zarar geldiğinde, yan yatarak, oturarak ve ayakta durarak ( o zararın giderilmesi için ) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider...’’(Yunus 12)
Rabbimiz ne kadar da güzel tanıyor kullarını. Dua ederken bile bir adap ve duadan sonra da bir vefa ve şükür olması gerektiğinin mesajını veriyor Rabbani vahiy...
Elbette dua müminin silahıdır ancak silahı yanlış kullanmakta vardır işin içinde.
O halde dua etmeyi de yine tevhidi öğrendiğimiz tevhid öğretmenlerinden öğreneceğiz. Resul ve Nebilerden...
Dua etmenin bir tercih değil bir mecburiyet olduğunu, duanın meşrutiyetinin, duayı ibadet şuuruyla yapmaktan geçtiğini atlamayacağız.
Rabbimiz dua edeni sever, dua edene muhakkak karşılığını verir bir şekilde. Ayrıca Rabbimiz yapılan dua ne kadar imkânsız gibi görünse de onu kabul etmekten asla ve haşa aciz değildir. Bizim her şeye ama her şeye gücü yeten bir Rabbimiz var.
O halde; Allah var gam yok!
O halde; Aciziz müstağnilik yok!
O halde; Duayı bir teferruat bir ezber olarak görmek yok!
Zaten biz istesek de istemesek de Rabbimiz zamanın da şahitliğinde, bizleri halden hale çevirerek muhakkak diz çöktürüp el açtırıyor. Kendimizi gözyaşlarıyla dua ederken buluyoruz.
İşte o zaman, kaderimiz kederimizle el ele verip, tüm ibrelerimizi duaya çeviriyor.
Duruyor zaman, siliniyor mekân.
İbreler duayı dualar umudu gösteriyor.
Artık o vakit dua vaktidir.
O vakit zamanın, dua da durduğu vakittir.
Vakti kaçırmamak duasıyla...