Cumhuriyetin kuruluşundan beri idamlar Türkiye'nin gündeminde yer etmiş ve zaman zaman tartışmalara sebebiyet vermiştir. Bu günlerde, Mersin'de öldürülen Özgecan Aslan'ın öldürülüş şekli ve siyasetçilerin bunu dillendirmesi, olayı farklı bir noktaya getirdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam'ın “idamı tartışabiliriz” sözleriyle bir anda medyanın ana konusu oldu. Peki, Türkiye'deki idam cezalarının geçmişine bir göz atalım.
İstiklal Mahkemeleri'nin kuruluşuyla bir idam furyası başlatıldı. “Sanığın idamına bilahare dinlenmesine karar verilmiştir” bakış açısıyla yüzlerce masum insan idam edildi. Meclis onayına ihtiyaç duymayan sistemin yargıçları cellât hükmünü almışlardı. Ancak istiklâl mahkemelerinin idamlarını hesaplamazsak, 1920'den 1984'e kadar Meclis'in onayladığı idam kararları 712'dir. Bu tarihten sonra 1991 yılına kadar 500 idam cezasını alan mahkûmların, yeni bir düzenlemeyle cezaları infaz edilmemiş ve müebbet hapse çevrilmiştir. O günden sonra Türkiye'de idama mahkûm edilen kişiler, ömür boyu hapisle cezalandırılmıştır.2004'te ise idam cezaları tümüyle kaldırılmıştır. Bunun içindir ki bugün konuşulan ceza “idam” cezasından çok “infazıyla” alakalıdır. Diğer yandan sistemin kimleri ve hangi nitelikteki kişileri idam ettiği sorgulanmalıdır. Toplum vicdanında idam edilen şahsiyetlerin idamı hak ettiği veya etmediği kanısı da önemlidir. Mesela Şe'x Said'in, İskilipli Atıf Hoca gibi yüzlerce muteber insan, sistemin çarpık düşüncesine kurban verildi. Bundan dolayı da, idam cezasının yerini bulması için öncelikle sistemin yapısı ve düşüncesinin sorgulanması gerekir.
Gelelim Özgecan'ın hunharca katledilişine!.. Aslında bu genç kızın öldürülmesi gibi binlerce olay ve hadise vardır. Ancak burada atlatılan detay ise sistemin, bu suçların önünü açması ve zemin hazırlamasıdır. Sorgulanacak olan bu tür vak'alara sebebiyet veren sosyolojik neden ve zeminini araştırmaktır. “Özgürlük “ adı altında ahlakı yozlaştıran ve bu konuda sınır tanımayan sistemin sorgulanması gerekmez mi? Daha basit bir dille anlatırsak; kötülüklerin anası olan içki, toplumdaki değerleri öldüren kumar ve ahlaki yozlaşmanın son sürat yaşandığı bir sistemde idamı konuşmak ne kadar doğru bir bakış açısı olabilir. Düğmeleri yanlış iliklenen bir gömleğin bir düğmesini kesmek iliklenen düğmeleri düzeltmez. Gömleği baştan iliklemek gerekir. İdam caydırıcı bir unsur olmakla beraber, sistem içinde yer eden hastalıklar ve bu hastalıkların kaynakları temizlenmeden bir yere varılamaz.
Geçmişte olduğu gibi bugün de yıllarca toplumu ıslah etmeye çalışan STK'lar, cemaatler, partiler ve birçok oluşum sistemin düşüncesinden dolayı suçlu bulundu ve mensuplarından birçoğu cezaevlerine atılırken; birçoğu da, bir şekilde tasfiye edilmeye çalışıldı. Bu faaliyetlerini sürdüren grup veya cemaat mensupları ise “faili meçhul” cinayetlere kurban giderken, birçoğu da mahkemelerde idam cezalarıyla, yani ömür boyu hapisle karşı karşıya kaldılar. Peki, böyle çarpık bir düzenin içinde idam cezasının getirilmesi toplumun hangi yarasına merhem olabilir? Bu suçları engelleyecek ahlâki çalışmaları yapanların mahkûm olduğu bir yerde bu cezanın tartışılması ne kadar yerini bulur. Cezaların ağırlaştırılmasından öte, zihniyetin değişmesi gerekmez mi?
Evet, Rabbimizin buyurduğu “Kısasta sizin için hayat vardır”(2/179) ayetindeki “hayat”ın oluşabilmesi için bireylerden yola çıkarak toplumları ıslah eden ilahi bir sistemin olması şarttır. Toplumu ıslah edecek ve etmeye çalışacak bir sistem ve yapıların oluşuyla idam cezaları yerini bulabilir ve fayda verebilir. Yoksa toplumu fesâda ve suça teşvik etmek daha sonra da teşvik ettiği suç nedeniyle kişiyi idam etmek ne kadar adil bir karar olabilir?