İslam dünyası ve ülkemiz büyük bir kuşatma altındadır. Bu kuşatmanın bugün başlamadığı doğrudur. Ancak yüzyıl denilebilecek bir süredir, sürdürülen bu kuşatmayı yaramamak, saldırılardan kurtulamamak ve savunmadan çıkıp; şöyle onurluca bir dik duruş sergileyebilecek bir iddia ortaya koyamamak gerçekten çok hazindir.
Bu devasa sorunu kabaca üç başlık altında toplayacak olursak;
Birincisi, toplumun/ümmetin çocuklarının inançlarını terk etmesi, ahlaki değerlerini yaşamayı bırakması ve dinimizin emrettiği siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik vb. alanlarında Müslümanca bir süreci başlatıp sürdürmemesidir. Toplum/ümmet bu ideallerden uzaklaştıkça, iddialı olma zeminini de toptan kaybetmiştir.
Bilgi toplumu olma, kendi medeniyet değerlerimiz doğrultusunda kültür üretimimizi sürdürme ve geçmiş ile gelecek arasında köprü görevi gören alim, aydın, mütefekkir ve eyleme dönüştürme kararlığında devlet adamı yetiştirememenin acı sonuçlarıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu acı tablo bugün ortaya çıkmış değil, bilakis yüzyıldır süregelen sorunlar yumağının bir sonucudur.
Bu sonuç bizim kaderimiz değildir. Bilakis bilinçsizliğimiz, hantallığımız, eğitimsizliğimiz ve içimizdeki ayrılıkları düşmanlığa dönüştürme basiretsizliğimizdir. Bu hazin tablolar büyüyüp devasa sorunlara dönüşmek yerine küçülüp yok olma durumuna gelmeliydi. Ancak içerisine yuvarlandığımız basiretsizlik girdabı, hala kendi özümüze dönüş yapma noktasında çok büyük bir set olarak durmaktadır.
İkincisi, 'nasılsanız öyle yönetilirsiniz' ilahi fermanı, kendimizi düzeltmedikçe başımızdan zalim despotlar da eksik olmuyor. Milletin idaresini ele alanlar, milletin kendi değer yargılarını/ideallerini önemsemeyip; arzu ve isteklerini gerçekleştirmek için savrulduklarını gördükçe, adeta bu savrulmayı hızlandırmak ve bir daha ideallerinin etrafında toplanmalarına engel olmak için sürü gibi gütmeye başlamaktadır.
Öyle ki, despot idarecilerin zulümleri altında can çekişir duruma gelmektedirler. Bu bütün ümmet coğrafyalarında acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. İyileştirme adımları bir tarafa, adeta ülkeyi babalarının özel çiftliği, halkı da bu çiftliğin vasıfsız işçileri olarak değerlendirmeye devam etmektedirler. İslam beldelerinin hangisinde, istisnalar hariç, bu saydıklarımızdan farklı bir manzara karşımıza çıkmaktadır?
Üçüncüsü, bu acı tablonun olmasını dört gözle bekleyen küfür/batı dünyasının, daha büyük bir iştahla İslam coğrafyasını abluka altına almaya, sömürüp kaos zemini haline getirmeye ve bir daha 'iddia sahibi' olmaması için; zihinsel, düşünsel ve siyasal bir iğdişe tabi tutmaya devam etmektedir. Yüzyıldan fazladır peşi sıra uygulamaya koydukları ifsat ve yok etme projelerine, her gün bir yenisini ekleyerek büyük bir gaddarlıkla sürdürmektedirler.
İçimizdeki 'mankurtların' da, bu batı/küfür cephesine gönüllü teslimiyetleri ve bazen onlardan daha zalimce ümmetin çocuklarını arkadan hançerlemeleri, karşı karşıya kaldığımız sorunun/kuşatmanın büyüklüğünü bize göstermektedir. Hem içten, hem de dıştan maruz kaldığımız bu olumsuzluklar, ciddi bir şekilde bizleri ideallerimizden alıkoymaktadır.
Ancak bütün bu acı tabloya rağmen; 'iman varsa imkân da vardır' şiarıyla yeniden bu kuşatmayı kaldırabiliriz. Kur'anî bir eğitim ile bütün cehalet girdaplarını bir bir yok edebiliriz. Muhammedi bir sevda ile ümmetin bütün çocuklarını bir araya getirebiliriz. İmani bir bilinç ile küfrün bütün karanlık ve kokuşmuş projelerini alt üst edebiliriz.
İmanımız, küfrün/batının bütün karanlık projelerini ortadan kaldırmaya, hepimizi çepeçevre kuşatmış fikri ve zihni esaretlerden kurtulmaya ve mümince medeniyet değerlerimizi yeniden ve tekrar inşa etmeyi emretmektedir.