İki gün önce Sayın Erdoğan ile Putin’in Moskova’da gerçekleştirdikleri İdlip görüşmesinde ateşkes kararı alındı. Mutabık kalınan şu üç madde üzerinde anlaşma yapıldı.
1-İdlip gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 tarihinde saat 00.01’den itibaren durdurulacaktır.
2-M4 karayolunun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecektir. Güvenli koridorun işleyişine dair ayrıntılı esas ve usuller, Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Savunma Bakanlıkları arasında 7 gün içinde kararlaştırılacaktır.
3-Türk-Rus ortak devriyeleri, 15 Mart 2020 tarihinde M4 karayolunun Trumba’dan (Serakib’in 2 km batısı) Ain-Al Havr’a kadar olan kesimi boyunca başlatılacaktır.
Bu mutabakatın sahaya yansıması nasıl olacak hep beraber göreceğiz. Yalnız sahanın çok kırılgan olduğunu ve basit bir porovakatörlük ile farklı sonuçların da doğabileceği gerçeği göz önündedir.
Gerek Erdoğan’ın “Rejimin saldırılarına anında karşılık verilecektir” mealindeki açıklaması gerekse Rusya’nın “Muhalif grupların saldırısı olduğu takdirde...” ile başlayan şartlı ve tehditvari cümleleri peş peşe sıralamalarından anlaşılıyor ki her an mutabakat maddeleri delinebilir.
Öncelikle her halükarda ateşkesin olması olumlu bir gelişmedir. Ancak görünen hakikat şu ki gerginlik devam edecektir. Rusya bir taraftan Türkiye ile anlaşma imzalar diğer taraftan Suriye rejimine istihbarat bilgileri verir, koordinatları verir hatta bizzat rejim adına saldırılar yapar sonra çıkar taziyelerini bildirir.
Bu güne kadar defalarca Rusya’nın benzer durumlarına şahit olduk. Zaten Rusya, ABD ve diğer emperyalist ülkelerin değişmez özellikleri de bu değil midir? Sana dost veya stratejik müttefik olduklarını söylerler, öyle görünürler fakat seni bir kaşık suda boğmak için de fırsat kollarlar.
Hatırlayın Soçi ve Astana görüşmeleri neticesinde de güvenli bölge oluşturuldu, bu güne kadar 14 kez ateşkes ilan edildi ancak sonuç nafile. Dolayısıyla net olarak anlaşılıyor ki bu emperyalist ülkelerle dost olmak, müttefik olmak boşuna bir çaba ve beyhude bir adımdır.
Bunun yerine Türkiye ve İran bütün farklılıkları bir kenara bırakarak sağlıklı bir müzakere masasını oluşturmalı ve buna öncü olmalıdırlar. Gerekirse komşu ülkeler ve uygun muhalif gurupları da bu müzakere sürecine dahil etmelidirler. O zaman Suriye konusunda zor da olsa bir mesafe kat edilebilir, kardeş kavgasına dur denilebilir ve gittikçe daha da alevlenen fitne ateşi söndürülebilir.
Yoksa şeytanın yeryüzündeki birer temsilcisi olan Rusya ve ABD; hem İran’ı hem de Türkiye’yi harcarlar. Sonunda biri, “Stratejik müttefik ve NATO üyesi” edebiyatı ile ABD safında; diğeri de “Dost ülke” edebiyatıyla Rusya’nın safında kendini bulur.
İki şeytanın hakem olacağı bir dava da elbette daha büyük bir fitne ve daha büyük bir kardeş düşmanlığıyla neticelenir. Zaten her iki şeytanın da istediği bu değil midir?
Rabbim İslam coğrafyalarının başına; basiretli, ferasetli ve vahdeti tesis etmek için çabalayan yöneticiler bahşeylesin...