Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin Perşembe akşamı Moskova’da bir araya geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin'in görüşmesi, sadece İdlib sorunun nasıl çözüleceği meselesi değil, Türkiye-Rusya ilişkileri açısından da önem taşıyor. Perşembe akşamı yapılan görüşme, Suriye meselesinde sık sık bir araya gelen iki liderin en önemli görüşmesi diyebiliriz.
Görüşmenin asıl hedefi, İdlib’de kalıcı bir ateşkesin çıkmasıydı. Masa üzerinde belki bu sağlandı diyebiliriz. Ancak sahada bu realite görünecek mi o konu şüphelidir. Özellikle İdlip’teki halk buna kesinlikle inanmamaktadır. Daha önceki Soçi ve Astana anlaşmalarından birkaç gün sonrasında acımasız saldırılar olduğunu biliyorlar.
Bunun içindir ki Türkiye her ne kadar ateşkes anlaşması sağlanmışsa da temkinli davranacaktır. Zira Soçi Mutabakatında belirlenen ateşkesin Suriye rejimi tarafından onlarca kez ihlal edildiğini, bunun da sahadaki gerginliği artıran en temel unsur olduğunu biliyoruz. Türkiye, yeni süreçte uygulanacak ateşkesin rejim tarafından ihlal edilemeyecek dinamiklerin güçlendirilmesi üzerine yoğunlaşmış gözüküyor. Bu nedenle Soçi'de olduğu gibi ateşkesin sağlam bir zemine oturması için Türkiye ve Rusya, ortak askeri koordinasyonun sağlanmasında mutabakata varmışlar.
Türkiye'nin asıl hedefi Suriye rejiminin Soçi Mutabakatı ile varılan gerginliği azaltma bölgesine çekilmesidir. Şayet bu zemin olamayacaksa da derinliği en az 30 kilometreden oluşacak güvenli bölge oluşturulmasıdır. Bu bölgeyi, sayıları ortalama bir milyonu bulan Suriyelilerin güvenli bir şekilde barındırılmaları için lüzumlu görüyor. Zira güvenli alanın oluşturulması ve bunun Afrin bölgesiyle bitişik halde tutulması durumunda Türkiye, Hatay Yayladağı bölgesinden Cerablus'a kadar olan bölgeyi kontrolünde tutmayı sürdürecek.
Diğer bir problem ise; Türkiye ve Rusya arasındaki “terör” tanımıdır. Kime göre hangisi “terörist” hangisi değil. Örneğin Türkiye’nin, kırmızıçizgisi olarak gördüğü PYD’yi Rusya, “terörist” olarak görmüyor. Bu da ayrı bir sorunu doğuruyor. Rusya ve Suriye, başta HTŞ ve Nusra Cephesi olmak üzere bölgede yerleşik yapıları terör olarak tanımlarken hatta Türkiye’nin desteklediği ÖSO’yu da aynı kategoride değerlendiriyor. Dolayısıyla, yeni sürecin en önemli parametrelerinden birini, “terör” tanımı sorunu oluşturabilir.
Bunun içindir ki Türkiye bu konuda rahat değil. İdlib gibi dar bir alanda 4 milyon sivilin sıkışmış olduğunu, "terör unsurlarının" sivillerden ayrıştırılmadan yapılacak bir girişimin büyük insani kayıp ve göç dalgasına neden olacağını düşünüyor. Bunun için öncelikle "kimin terörist olduğu, kimin de olmadığı konusu”nda net bir tavrın sergilenmesini istiyor. Yapılan Moskova görüşmesinde Erdoğan, böyle bir adım gerçekleştirilmeden atılacak adımın ateşkesi uygulanamaz hale getireceğini bilerek masaya oturmuştur.
Netice olarak; bu ateşkes anlaşmasında Suriye rejimi resmi temsilcisi bulunmuyordu. Yapılan metne de herhangi bir imza atmış değiller. Yarın ateşkese uyulmazsa Rusya’nın bahanesi hazırdır. “Bizler ateşkese riayet ediyoruz, rejim uymuyor” şeklinde bir kapı boşluğunu bırakmıştır. Daha önce Soçi ve Astana mutabakatlarından sonra yaşananlar gibi.