İdlip'te öyle bir insanlık utancı, öyle bir vahşet yaşadık ki, bu zulmü kelimeler ile anlatmak çok zor. Kelimeler tükendi, fotoğraflar konuştu. Ailesinden yirmi ferdi kimyasal silah saldırısında kaybeden ve ikiz yavrusunun cansız bedenini kucaklayan acılı baba, bu facianın akılda kalan sembollerinden birisi oldu. Şehit edilenlerin belki de yarısı çocuk idi. Daha hayatı tanıyamadan zalimlerin elleri ile dallarından koparıldılar. Ümmetin sessiz bir ölümle katledilen çocukları; başta zalimler olmak üzere, tüm insanlığı ve zulme sessiz kalan Müslümanları, Aziz ve Celil olan Allah'a şikâyet etmek için Rahman'ın katına yükseldiler. Bu çocuklarımız, hangi günahtan veya suçtan dolayı öldürüldüler? Yerin altının, yerin üstünden hayırlı olduğu günleri yaşıyoruz. Müslümanlar ayağa kalkmaz ise, bu saldırı son olmayacak ve daha büyük çapta kimyasal silah kıyımları geçekleşecektir. Nitekim bundan önce de başta Doğu Guta olmak üzere, Suriye'nin değişik yerlerinde yapılan ve kayıtlara geçen onlarca kimyasal silah saldırılarına gereken tepki gösterilmediği için bu gün bu acıları yaşıyoruz. Artık kınama ve lanetlemenin ötesine geçip caydırıcı adımlar atmak lazımdır.
Peki, bu adımları kim atmalı? Elbette başta Türkiye ve İran olmak üzere İslam âleminin yaptırım gücüne sahip aktörleri gereken adımları ivedilikle atmalıdırlar. İran, her şartta Esed'i destekleyen politikasından vazgeçmelidir. Türkiye ile ortak bir irade ortaya koymalıdır. Türkiye ve İran, Suriye politikasında makul bir noktaya gelmez iseler, yarın bunun bedelini ağır bir şekilde ödeyebilirler. Zira iki ülke de büyük tehdit altındadır. Bu gün, çözümsüzlük çözüm olarak görülürse ve müzakereler sadece zaman kazanma aracı olarak değerlendirilirse, yarının bu günden daha kötü olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Suriye'deki garantör ülkeler taahhütlerini yerine getirmek için bir şey yapmadıkları gibi, herkes bu müzakere zemininden istifade edip zaman kazanmaya ve sahadaki müttefiklerinin konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Sözde var olduğu deklere edilen ateşkes uygulanmıyor. Amerika'nın son zamanlardaki politikası, Suriye rejimini cesaretlendirmiştir. Ama Esed rejiminin ileri adımlar atması durumunda bahane arayan Amerika'nın beklenmedik hamleler yapacağı sır değildir.
Şunu görmek lazım:
Şu an Amerika ve Rusya, kıyılarda fok avına çıkan köpek balığı gibidir. Her ne kadar köpek balığı fokun peşinde gidiyorsa da aslında her türlü ava saldırı stratejisi ile hareket etmektedir. Köpek balığı kıyıda oldukça sadece foklar değil, kıyıdaki tüm canlılar tehlike altındadır ve teyakkuzda olmalıdırlar. Yapılması gereken; "foku kovalıyor" deyip sessiz kalmak ve gardını indirmek değil, elbirliği ile köpek balığını kıyıdan uzaklaştırmaktır. Kan kokusu almış bir köpek balığından daha tehlikeli olan, mazlum kanı ile vaftiz olmuş bir Amerika ve Rusya'dır. Şu an özelde Suriye'de bir savaş ve kaos olsa da işgalci güçler topraklarımızda oldukça, tüm bölge ülkeleri tehlike altındadır.
Her an Amerika ve Rusya'dan beklenmeyen bir hamle gelirse kimse şaşırmasın. Hatta bölge ülkelerinin en az Suriye kadar risk altında olduğu söylenebilir. Kimse kendisini emniyette hissetmesin. Bölge ülkeleri ya hep beraber işgalcilere karşı ortak bir irade ortaya koyarlar ya da birer birer küçük siyasi hesaplarının kurbanı olurlar. Kan içicilikte birbirleri ile yarışan ABD ve Rusya birbirlerini karşılıklı olarak suçlamaktadır. Rusya ve Esed'i suçlayan ABD'nin, son 15 yıl içinde birkaç milyon Müslüman katlettiğini unutmadık.
ABD, mazlumların acısını kirli işret sofrasına meze yapmak istemektedir. Daha bir iki hafta önce ABD'nin cami ve okulları bombaladığını, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere, yüzlerce mazlumu katlettiğini unutmadık. İki katliam arasında ne fark var?
Evet, zalim Esed'ten hesap sormalıyız; ama ABD, Rusya ve diğer Haçlı işgalcileri değil, bu hesabı biz sormalıyız. Müslüman kanı ile vaftiz olan tüm Haçlılara da "topraklarımızdan defolun", deme yürekliliğini göstermeliyiz.