Varlık âleminin tümünde, kendilerine can veren, mana kazandıran bir ruh, bir maya vardır. Söz konusu bu öz, eşyaya anlam kazandırmakta ve onu değerli kılmaktadır. Ruhun bedene verdiği mana buna en güzel misaldir. Zira ruhsuz bedenin bir mana ifade etmeyeceği aşikârdır. Aynı şekilde insanoğluna mana bahşeden iman, imana mana kazandıran ise ihlâstır.
Evet, İhlâs imanın ruhu, islamın esaslarının en önemlilerindendir. Bu öneme binaen Üstad Bediüzzaman’da ihlâs konusunu başlı başına ele almış, cemiyet bünyesinde Kur’an ve iman hizmetinde bulunan kardeşlere bu ruhu kazanmanın, muhafaza etmenin düsturlarını ve onu kıran manileri beyan etmiştir. Bugün İslam ümmetinin en çok muhtaç olduğu esaslardan biri, belki de en önemlisi olan İhlâs konusu öncelikle işlenmesi gereken konulardan olduğu için dergimizin bu sayısında İhlâs Risalesinde beyan edilen düsturların bazılarına değineceğiz inşallah.
Evvela Üstad, bu risaleyi (21. Lem’a) kardeşlerin en az on beş günde bir okumalarını tavsiye etmektedir.
İhlasın fert ve cemiyet nazarındaki önemi göz önünde bulundurulunca bu konuda davetçi kardeşlerin sürekli bir murakabe içerisinde bulunmaları elzemdir. Bu noktada sürekli bir uyarıcı ve hatırlatıcının olması ve doğacak zâfiyetlerini izale etmesi gerekecektir ki, Üstad da bir uyarıcı ve hatırlatıcı olarak İhlâs Risalesini on beş günde bir okumayı tavsiye ederek murakabenin sürekliliğini hedef edinmiştir.
Bu önemli hatırlatmadan sonra ayeti kerimeler ışığında ihlâs konusuna girerek ihlâsın tanımını yapmaktadır.
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
“İhtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.”(8/46)
“Allah için kıyamda bulunup ona kulluk edin.” (2/38)
“Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran ise hüsrana düşmüştür.” (91/9-10)
“Benim ayetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.” (2/41)
Ey ahiret kardeşlerim ve Kur’an hizmetindeki arkadaşlarım! Biliniz ki, ihlâs; bu dünyada, özellikle ahirete yönelik hizmetlerde en önemli esas, en büyük kuvvet, en makbul şefaatçi, en sağlam dayanak, en kısa hakikat yolu, en makbul manevi dua, en kerametli maksatların gerçekleşme sebebi, en yüce haslet ve en safi kulluktur.”
Üstad’ın bu tanımı ihlâs’ın ne denli önemli hassalara sahip olduğunun çerçevesini çizmektedir. Şu bilinmelidir ki İhlâs; düşünce ile amel arasındaki karşılıklı bir ilişkiyi ifade eder. Yani düşünce -başka bir deyişle teoriile amel –başka bir deyişle pratik arasındaki birlik ve uyumluluğun adıdır İhlâs. Bununla beraber ihlâs sadece ahirete yönelik hizmetlere has bir esas değildir. Bilakis dünya işlerinde de bu esas ve bu esasa bağlı olarak başarı söz konusudur. Hatta imanın zıddı olan küfürde dahi ihlâs semeresini verebilmektedir. Aradaki fark ise yukarıda bahsettiğimiz çerçeve içerisine giren her türlü ihlasın semeresi sadece bu dünyaya münhasır, iman ve ahiret hizmetine yönelik ihlasın ise bu dünyada olduğu gibi asıl semeresinin ahirete müteveccih olmasıdır. Bu tanımlamada da Üstad müminler nazarındaki ihlâsı tarif etmekte ve akabinde niçin ihlâsı kazanmaya mecbur olduğumuz sorusuna cevap aramaktadır.
“Mademki ihlâs’ ta zikrettiğimiz özellikler gibi daha pek çok nur ve kuvvet var. Ve mademki bu müthiş zamanda, dehşetli düşmanlar ve şiddetli baskılar karşısında ve saldırgan bid’alar, dalaletler içerisinde oldukça az, zayıf, fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, oldukça ağır, büyük, genel ve kutsal bir imani vazife ve Kur’an hizmeti ilahi ihsan tarafından omzumuza konulmuş. O halde elbette ki, herkesten daha çok ve bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve sorumluyuz. Ve ihlâs sırrını kendimizde yerleştirmeye oldukça muhtacız.”
‘Gerçektende sorumluğumuz büyük ve işimiz ağırdır. Çünkü içinde bulunduğumuz zaman ve zeminde kâfirler ve zalimler her tarafı güçleriyle kuşatmış ve ilahi davanın davetçilerine hayat hakkı tanımaz olmuşlardır. Genel olarak dünyanın her tarafında, özelde ise coğrafyamızda mü’minlerin mazlumiyeti ve figanları arşı titretmektedir. İşte bundan dolayı ihlası kazanmaya, elde etmeye mecbur ve ondan da öte sorumluyuz. Zira belirttiğimiz gibi bu gün ümmetin içerisinde bulunduğu hal içler acısı. ’Din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar’ buyruğuna gönül veren mü’minlerin ne denli imkânlardan yoksun oluşu, zayıflıkları, azlıkları gözler önünde. Buna karşılık fuhşun, zevk ve eğlencenin ilahlaştırıldığı –ki Hakkın ve gerçeğin olmadığı yerde, lezzetin ve zevklerin egemen olacağı kesindir düşmanların daha bir gaddarlaştığı, baskıların sadece inananlara yöneltildiği bir dönem… Kısacası “imanın, ilahi sorumluluğun ateşten bir gömlek” olduğu bir asır… Böyle bir asırda ve her şeyin aleyhte olduğu bir dönemde neye muhtacız? Hiç şüphesiz kuvvetli ve sarsılmaz bir imana, yani ihlâsa. Çünkü şartlar nedenli zor ve ağır olursa olsun ihlâs ile hareket eden müminlerin sarsılmadan ayakta kalabildiğine ve mücadelelerini, hizmetlerini devam ettirdiklerine tarih şahittir.
Burada önemli bir nokta da iman ile ihlâs arasındaki sıkı ilişkidir. İşarat-ül İ’caz adlı eserinde Üstad Bakara 13. ayeti ile ilgili şunu söyler:
“eğlisu fi imaniküm imanınızda halis olun” gibi, ihlâs lafzını ihtiva eden bir cümleye karşılık “Aminu iman ediniz” lafzının zikredilmesi, ihlâsı olmayan imanın, imandan addedilmemesine işarettir.”
O halde bu asırda bir farziyet olan ilahi sorumluluğu omuzlamış olanların – zira davetçi pozisyonundaki mümin kişi halkın kaderinden ve düşünce biçiminden Allah katında sorumludur muhakkak surette ihlâsı elde etmeleri de aynı derecede bir farziyeti ifade eder. Nitekim Üstad ihlâssız imanın imandan sayılamayacağını bize bildirmiştir. Yine İhlâsı kazanmaya mecbur oluşumuzun diğer bir sebebi de kurtuluşun onun ile olmasındandır. Bu konuda Üstad;
“Niyette öyle bir özellik vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata dönüştürür. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse necat, halas ancak ihlâs iledir,”diye buyurmaktadır. “Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız kutsal hizmetler kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli bir şekilde sorumlu olur. ‘Ayetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin’ (Bakara 41) ayetinde ki şiddetli tehdidi ifade eden ilahi nehye mazhar olup, ebedi saadetin zararına, manasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, kendini beğenircesine, ağır, riyakârca adi bazı hisler ve cüz’i menfaatlerin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki bütün kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem Kur’an hizmetinin hürmetine saldırı, hem de iman hakikatlerinin kutsiyetini hürmetsizlik etmiş oluruz.”
Bu bölümde ise Üstad mesul olduğumuz sorumluluğu ifa edemeyince doğuracağı sonuçların bazılarını ikaz etmekte. Özellikle bir cemiyet içerisindeki kardeşlerden birinin dahi ihlâsı zedeleyici bir hareket veya teşebbüsünün hem kendisine hem de mensubu olduğu davaya ve dava kardeşlerine zarar verdiği bizzat yaşanmış tecrübelerle sabittir. Kendisi açısından zararı; yapmış olduğu ve ebedi saadetine vesile olacak hizmet ve amellerinin kısmen zayi olması, bununla beraber ‘Ayetlerimizi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.’ Ayetindeki Yüce Allah’ın tehdidinin muhatabı konumuna düşmesidir. Cemiyet açısından ise; İhlâsı kırmak ile tüm kardeşlerinin hakkına tecavüz etmiştir. Zira gelecek olan zarar kardeşlerini de kapsayacak, belki de pek çoğunun mağduriyetine sebebiyet verebilecektir. Bununla beraber o pak ve safi davasının, kendisinin ihlâsı kırmasından doğan neticelerden ötürü insanlar nazarında töhmet altında kalmasına sebebiyet verebilmekte ve dolayısıyla da o davanın hürmetine saygısızlık ve hürmetsizlik etmiş olmaktadır. Yani zarar her açıdan çok büyük boyutlara ulaşabilmektedir. Çünkü hakikat, ne ölçüde yüksekse, düşüş ve bozuluşu da o ölçüde zararlı ve serttir. Az biraz tefekkür ile yabancısı olmadığımız bu türden durumları ve doğurduğu sonuçları anımsayabilmemiz mümkündür.
“Ey kardeşlerim! Önemli ve büyük olan hayırlı işlerin çok zararlı engel ve engelleyicileri olur. Şeytanlar o hizmetin hadimleri ile çok uğraşır. Bu engel ve şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerekir. İhlâsı kıracak sebeplerden de yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hz. Yusuf (as)’ın “Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder. Ancak Rabbim rahmet ederse o başka “ (Yusuf 53) dediği gibi, nefsi emmareye (kötülüğü emreden nefse) itimad edilmez. Bencillik ve nefs-i emmare sizi aldatmasın. İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve engelleri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.”
Bu kısa girişin ardından Üstad İhlâsı kazanmanın, muhafaza etmenin ve çıkacak olan engelleri def edecek dört önemli ve her an hatırda bulunması gereken düsturlara geçmekte. Dergimizin gelecek sayısında inşallah bu düsturlara yer vereceğiz.
Allah bizleri İhlâs sırrına eren kullarından eyleyip davasında muhlis olanlardan eylesin. Âmin.
İnzar Dergisi