İhlas Yoksa Riya Vardır

Toplumun ifsadla imtihan olduğu ve fesad şebekelerinin tam hız çalıştığı bir zamanda mühim ve büyük hayırlı işler yapmaya talib olmak elbette zor bir davadır. Bunu bu ...

Ey şan ve şerefi, namı ve şöhreti isteyen adam, gel o dersi benden al. Şöhret ayn-ı riyadır. Ve kalbi öldüren zehirli bi baldır. Ve insanı insana abd ve köle yapar. O bela ve musibete düşersen, ‘Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine O’na döneceğiz’ (Bakara: 156) de, o beladan kurtul”

İhlâsı kıran ve riya`ya düşüren iki etken

Muzır mâniler


 

Toplumun ifsadla imtihan olduğu ve fesad şebekelerinin tam hız çalıştığı bir zamanda mühim ve büyük hayırlı işler yapmaya talib olmak elbette zor bir davadır. Bunu bu işin içinde olanlar daha iyi bilir. Bütün büyük davetçiler bu zorluğu görmüş ve ona göre tedbir yollarını aramışlardır. Bu büyük davetçilerden biri de Bediüzzaman’dır. Çalıştığı dönemde davanın ve davetçilerin önündeki maddi ve manevi engel ve zorlukları görmüş, yaşamış ve bunlarla başa çıkmanın çözüm yollarını aramıştır.

Ey kardeşlerim! demiştir, mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz...

Böyle demiş... ve ama bunu demekle kalmamış. Sırf bu muzır manilerle başa çıkmak, onlara karşı koymak için çok önemli iki risale telif etmiştir. İhlas ve Uhuvvet risaleleri.

İhlas risalesinde Üstad, umur-u hayriye dediği hayırlı işlerdeki muvaffakiyeti ihlaslı çalışmaya bağlarken, muvaffakiyetsizliği ise riya marazına dayandırmaktadır. Uhuvvet risalesinde ise, hayırlı hizmetlerdeki muvaffakiyetin müminlerin kendi aralarındaki nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafirlik ve inad ve hased gibi marazları terk etmeleriyle mümkün olabileceğini söylemektedir. Hizmet içinde olsun veya olmasın Kur`an ve hadisten az buçuk haberi olan her bir Müslüman bu tespitlerin altına imzasını atmak ve söylenenleri tasdik etmek durumundadır.

İhlas yoksa riya vardır

Gerçekten mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Bu doğrudur. Hayırlı işlere teşebbüs etmiş her mümin ferd ve her İslami cemaat, mutlaka işlerine suikast düzenleyecek zararlı unsur ve güçlerle karşı karşıya kalmış ve kalmaktadır. Sadece kendimizden yola çıkarak söyleyecek olsak dahi bizi biz yapan değerler sayısınca şahidimiz ortaya çıkacaktır. Çünkü biz hem bir mümin olarak bu manileri yaşıyoruz hem de cemaat olarak yaşamaktayız. Gerçekten biz insi ve cinni şeytanların bu hayırlı İslami hizmeti yürüten fedakâr davetçilerle hususi olarak uğraştıklarını yakin`in her üç haliyle gördük ve görmekteyiz.

Bunu görüp bildiğimize göre, onların hile, fitne planlarına karşı dikkatli ve tedbirli gitmek, birey olsun cemaat olsun hepimizin üzerine vacib-u farzdır artık. Birey olarak her birimiz hizmetimize taalluku olacak iç ve dış âlemimizi gözden geçirmemiz gerektiği gibi cemaat olarak da kuşatıcı tedbirleri almakla mükellefiz. Üstadın da ifade ettiği gibi bu tedbir ve çarelerin en başında ihlâsa sarılmak, ihlâs kuvvetine dayanmak gelmektedir. Evet, bir yandan ihlâsa sarılarak hizmetimizi yapacağız, bir yandan da ihlâsımızı tehlikeye atacak, ona zarar verecek, onu kıracak sebeb ve etkenlerden çekineceğiz. Yılan ve akreplerden çekineceğimiz gibi ihlâsımızı zayıflatacak içsel ve dışsal etkenlerden kaçınıp çekineceğiz, ta ki esas maksadımız olan Allah rızasını elde edebilelim. Çünkü biliyoruz ki, ihlâsın olmadığı iş ve eylemde riya vardır. İhlâsın olmadığı niyet amel, söz ve hareketlerin tamamında riyanın olacağını hemen hemen bilmeyenimiz yok gibi...

O zaman hayırlı işlerimize darbe vuracak, onu bereketsiz, anlamsız ve beyhude kılacak o muzır manilerin başında riya marazı gelmektedir.

Peki, ihlâsımızı kıracak ve dolayısıyla bizi ve amellerimizi riya marazıyla kirletecek sebeb ve etkenler ne olabilir? Açıkçası bunlar çoktur ve bir iki yazıyla ele alınıp tamamlanacak bir konu olmaktan çok daha geniştir. Buna rağmen biz, evvelemirde bize lâzım olan ve girdiğimiz süreçle de bağlantılı bir şekilde ortaya çıkması kuvvetle muhtemel olan sadece iki tanesine temas edeceğiz.

Maddi Menfaat Rekabete, Rekabet İse Riyaya Sevk Eder.

Daha çok hizmetin büyüdüğü, alanın genişlediği, hareketin kurumlaşma arayışlarına başladığı zamanlarda maddi mali kaynaklara duyulan ihtiyaç nedeniyle ihlâsı zedeleyen ve dolayısıyla riyaya sevk eden amiller kendini gösterebilir. Zira mali kaynak arayışı kendi içinde gizli ve açık olmak üzere iki tür rekabeti de barındırır. Bugün eskisi gibi değil ve İslami hizmet ve tebliğ sahasında tek bir cemaat değil, birden fazla İslami cemaat ve oluşum vardır. Rekabet başlangıçta ne kadar masum saiklerle yapılırsa yapılsın zamanla o işte koşuşturanların içsel duygularının sivrilmesine ve bu (çok da masum olamayan) duyguların amellere yansımasına neden olabilir. Bu ise, yavaş yavaş ihlâsı yer, ona zarar verir ve onu kırar. Başlangıçta, icabında “şu hizmetin görülmesi için şu mali menfaate ihtiyaç var, onu alabilseydik” düşüncesi var iken gelinen (yavaş yavaş) noktada ise “Aman ha, onlar almasınlar, çabuk biz alalım, önce davranalım” hesap ve düşüncesi öne çıkar. Biz ihlâs-ı tammeden söz ediyoruz. Buna uyulmadığı zaman hizmetin neticesi zarar görür. Ayrıca o maddi menfaati de kaçırır veya tamamen bereketsizleştirir.

Bu tehlikeye düşmemek için: Şuna inanmak lâzımdır ki; bu millet, hakikat ve ahiret yolunda çalışan hadimlere karşı daima bir hürmet, muhabbet ve muavenet (yardım) fikrini beslemiş, yalnız bırakmamış, yardımına koşmuştur. “Ve bil fiil onların hakikat-ı ihlâslarına ve sâdıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak niyetiyle onların hâcât-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi etmemek için sadaka ve hediye gibi menfaatlerle yardım edip hürmet etmiş ki... Burada bize düşen şey halka hayır yollarını göstermek, yolların bir değil daha fazla olduğunu bildirmek, şeffaf ve güvenilir bir iklimi oluşturmak ile infak vesair kanalları ayet ve hadislerle açmak, açabilmektir. Maddi menfaati asla maksat etmemek, halkların cebine göz dikmemek, başka oluşumlarla bu alanda rekabet hissini uyandırabilecek bütün hal, söz ve eylemlerden kaçınmak... Biz sırf Allah için böyle ulvi bir anlayışı olgunlaştırırsak Allah Teâlâ’nın mutlak Rezzak olduğunu aynel yakin olarak görür ve inşaallah kendimizi riya marazından korumuş oluruz.

Şöhret, Riyanın Ta Kendisidir


 

İhlâsı kıran ve riyaya sevk eden etkenlerin ikincisi makam-mevki-konum-rütbe vs.den gelen sevgidir. Hizmetin perde altında yürütüldüğü zamanlarda bu özellikle çok açık olarak görünmeyebilir. İhlâs aynı zamanda gizliliği, görünmezliği çağrıştırır. İhlâsla yapılan hizmet toprağın altında sessiz sessiz büyüyüp gelişen tohuma benzer. Fakat hizmetin âleni olarak yapılmaya başlandığı süreçlerde durum farklıdır. Hizmet ortaya çıkınca ihlâs gizlenmeye başlar. Hâsılı, her halukârda açıktan ve aleni yapılan hayırlı hizmetlerde ihlâsı muhafaza etmek bir hayli zordur.

Hususen bugünkü süreçte; radyolar, Tv`ler, gazeteler, internetler ve daha birçok teknoloji ürünü iletişim kanalları ihlâs meselesini bir hayli hassaslaştırmıştır. Muhtelif isim ve unvanlar altında korkunç bir şöhret-i kazibedir almış başını gidiyor. Öyle bir şey ki bu; “Şan u şeref perdesi altında teveccüh-ü ammeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermek” sıradan bir şeymiş gibi geliyor insana. Hâlbuki bu “en mühim bir maraz-ı ruhi (ruhi hastalık) olduğu gibi “Şirk-i hafi” tabir edilen riyakârlığa, hodfuruşluğa kapı açmakta, ihlâsı zedelemektedir... Dolayısıyla bu hastalığın mübtelası olmuş olanlardan ders, ibret almak kaçınılmaz olmuştur.

Burada iki yönlü bir husus söz konusudur. Koltuk, makam, konumdan gelen sevginin yol açtığı felaket sadece ferdlere has bir mesele değil, cemaat için de geçerlidir. Sözgelimi gittikçe tanınıyor olmayı, halkın ilgi ve teveccühünü, dikkatleri kendine çekme vb. durumlar eğer ilahi yardımdan kopuk ele alınırsa bu o oluşum için felaketlerin en büyüğü olur.

Şu halde ne yapalım?


 

Hususen hizmetleri icabı ortalıkta görünen hadimler kendilerine azami dikkat etmeliler. İşleri ne olursa olsun kendilerini değil, daima davalarını öne almalılar. Hizmetlerin taksiminde fena fi ihvan olmayı mutlaka esas almalılar. Hayırlı hizmetlerde ya da hayırlı ve görünür işlerde kendilerini değil, kardeşlerini kendilerine tercih etmeliler. Gerek kendi aramızda ve gerekse dışımızda İslami hizmet yürüten kardeşlerimiz arasında rekabeti işmam edecek söz, eylem ve davranışlardan yılandan, akrepten kaçarcasına kaçmalı, çekinmeliyiz...

Bunu nasıl başarabiliriz?

-   Allah rızası için çalışmak

-   Niyetimizin içini ihlâsla doldurmak, yani ihlâslı bir niyet...

-   İbadetlerimizde titiz olmak ve hakkıyla eda etmek.

-   Kur`an`ı bugün bize nazil oluyormuş gibi okumak, kendimizi onun birinci muhatabı bilmek.

-   Hz. Peygamberin hayatını çok yönlü olarak okumak, sonuçlar çıkarmak, yaşantımızı Ona göre şekillendirmek ve öyle ki Allah Resulünü aramızda bilmek.

-   Niçin hizmet ediyoruz’un şuurunda olmak ve kardeşlerimizde ona göre bir fenafi ihvan şuurunu oluşturmak

-   İçimizde bizi olumsuzluğa ve kötülüklere sevk eden nefs-i emmare gibi bir düşmanın olduğunu bilerek hareket etmek ve dışımızda dahi buna yardımcı birçok düşmanımızın olduğunu bilmek ve dolayısıyla tedbirli olmak

-   Cemaat saflarını sıklaştırmak, programlara riayet ve mutlak bir teslimiyet ruhunu geliştirmek...

Bu çerçevede alacağımız birçok maddi ve manevi tedbirle, inşaallah ihlâs-ı tammeye ulaşır ve “gizli şirk” olarak tabir edilen riya marazından uzaklaşmış ve inşaallah emin olmuş oluruz.

Allah`a emanet olunuz.



Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Temmuz 2012

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu
Kurban edilen hayvan kanının alna sürülmesi doğru mudur?
Namazda gözleri kapatmak mekruh mudur?