“Şüphesiz ki insan, gerçekten hüsrandadır! Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (1)
“Kıyamet günü insanlardan azabı en şiddetli olan, ilmi kendisine fayda sağlamayan kimsedir.” (3)
“Bir ayet bile olsa benden tebliğ edin.” (2)
Cenab-ı Allah, Resulüne tabi olanları, Müslümanlara karşı alçakgönüllü din düşmanlarına karşı onurlu olanları, kendi yolunda cihad edenleri, çokça tevbe edenleri, bollukta ve darlıkta Allah için sarfedenleri, öfkelerini yenip affedenleri, esbabları yerine getirdikten sonra tevekkül edenleri, adil olanları, Allah için başına gelenlerden dolayı gevşemeyen, zaafa düşmeyen ve düşmana boyun eğmeyenleri sever.
Yine Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın buyurduğu gibi: “Dinde ilim sahibi yaptığı kimseleri de sever.” Yukarıdaki vasıflara mazhar olmak ve insanları sözkonusu noktalara çekmek için, dinde ilim sahiplerine ve hakikat noktasını yakalayanlara çok büyük işler düştüğü muhakkaktır. Günümüzde insanların yaratılış gayelerinin ne olduğunu, bunun için neyin nasıl yapılması gerektiğinden bihaber olanlara kulluk görev ve sorumluluklarını anlatmak noktasında mesuliyet ve mükellefiyetleri çoktur. Sahip olduğu ilimlerden kimseyi faydalandırmayan, faydalandırmak için bir gayret içinde olmayan ilim sahibinin hesabının ağır olacağı muhakkaktır. Şayet ilminden kendisi de faydalanmamışsa Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın buyurduğu gibi, kıyamet günü -Allah korusun- azabı en şiddetli olanlardan olur.
İnsanların İslam’dan uzaklaşması-uzaklaştırılması, İslamî olmayan şeylerin mubah görülmesi, İslamî sorumluluklardan kaçınılması, İslam’ın mukaddesatlarına saldırmanın meşru karşılanması… gibi Müslümanların maruz kaldığı felaketlere karşı her Müslüman mesuldür. Ümmetin bu haline karşı herkes imkânları ve kabiliyeti kadar gayret içinde olmalıdır. Bununla beraber asıl görev dinde ilim sahibi olanlara düşmektedir. İlim erbabı Kur’an-ı Kerim ve sünnet çerçevesinde görevlerini, mesuliyetlerini ve mükellefiyetlerini yerine getirmiyorsa bu durum karşısında ıstırap çekmeli, dertlenmeliyiz.
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın “Bir ayet de olsa benden tebliğ ediniz!” emri gereği okuduklarımız ve öğrendiklerimizi –ki bu bilgiler az bile olsa- önce yaşayıp sonra da mutlaka başka insanlara ulaştırma gayreti içinde olalım.
Duyarlı kardeşlerimiz beraber oturacak, gezecek, dertleşecek, birbirlerinin güzelliklerine ve dertlerine ortak olacaklar. Bunun bir gereklilik olduğu muhakkaktır. Ancak bununla kifayet etmeyecekler, sadece birbirlerine zaman ayırmayacaklar. Bilgi ve birikimlerini sadece birbirlerine aktarmayacaklar. Kendileri dışında, İslam’ı bilmeyen, yaşamayan, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmayan hatta İslam’ı yaşamıyor ve bilmiyorsa bile İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapanları sevmeyen ancak kendisini haramdan korumayan ve korumasını bilmeyenler için de bir programımız olsun. İçindeki hayatın, dünyasını ve ahiretini heba ettiğinin bilincinde olmayanlara, nasıl kurtulacağını bilmeyenlere gitmemiz lazım. Onlara da zaman ayırmamız gerekir.
Bildiklerimizi ve yaşadıklarımızı herkese, her sınıfa, her yaştan insanlara ulaştırmalıyız. Her kardeşimiz ciddi bir gayret içerisine girerse hiç tahmin edemeyeceğimiz yerlerden ve kesimlerden İslam ile müşerref olmuş kardeşlerin çıktığını göreceğiz. Geçmişte bunu yapan Müslümanların gördükleri gibi biz de göreceğiz inşaallah.
Herkese, her kesime ve her yaştan insanlara gitme Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın uyguladığı bir metottur. Müşrik ve münafıklar tarafından hor ve hakir görülen insanların, İslam ile müşerref olduktan sonra Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın övgüsüne nasıl mazhar olduklarını, kıyamete dek gelecek olan en muttaki, en âlim Müslümanlardan üstün ve faziletli olduklarını biliyoruz.
Bütün bunlara binaen bildiklerimiz ve öğrendiklerimiz az olsa bile yaşama gayreti içinde olduktan sonra yol ve imkânını bulup toplumun değişik kesimlerine ulaştıralım.
Her birimiz bugüne kadar İslam’ı bilmeyen mustazaf birilerini kendimize hedef seçip İslam’ın mesajını ulaştırmaya, İslam’la tanıştırmaya gayret edelim:
-İslam’ın güzelliklerini, İslam’ı öğrenip yaşayan bir kimsenin ne kadar temiz ve huzurlu olduğunu, ne kadar rahat edeceğini,
-İçinde oldukları duruma nasıl ve niçin düştüklerini, bu çir-kefliğin Müslümanlar üzerinde programlı ve sistemli yapıldığını,
-En mühimi, Rab olarak Allah’ı, peygamber olarak Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ı, din olarak İslam’ı kabul etmenin ve bunlara inanmanın gerekliliğini anlatmalıyız, öğretmeliyiz.
Onlara gittiğimiz zaman Allah’ın hudutlarını muhafaza etmeliyiz ki nahoş vaziyetlerden bize bir şey bulaşmasın. Onun için de tavrımız, tepkimiz, ilişkilerimiz de Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın sünneti çerçevesinde olmalıdır.
Onlara sadece Allah için gittiğimizi, karşılığını Allah’tan beklediğimizi, dünyevî hiçbir maksadımızın olmadığını ifade edelim.
Az da olsa onlardan daha çok İslam’ı öğrenmiş, okumuş ve yaşıyorsak kendimizi onlardan üstün görmediğimizi, bazı günahları işlemiş veya günahların içinde olsalar bile imanın şartlarını ve İslam’ın emirlerini inkâr içinde değillerse Müslüman kardeş olduğumuzu bilmelerini söyleyelim.
Muhatabımıza karşı yumuşak huylu, halim-selim ve tatlı sözlü davranıp nefsini rencide edecek şekilde eksikliklerini, kusur ve hatalarını yüzüne vurmadan hikmetle üzerine gidelim.
Muhatabımızın durumuna göre, önceden konuşulacak ve anlatılacak konuda hazırlık yapılmalı. Bıktırmamak için anlatılacakları çok teferruatlandırmadan kısa ve öz olarak meramımızı anlatalım.
Sohbetimizi ayet ve hadis ile takviye edelim.
Mevla’m bizi hüsrana uğrayanlardan eylemesin. İman edip salih amel işleyenlerden, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden eylesin.
DİPNOTLAR
(1) Asr: 2, 3
(2) İmam Birgivi Usul’ul-Hadis Şerhi
(3) Buharî