İnsanlar arasında yaygınlaşan dini nitelikli bazı örf ve adetlerle ilgili bidat nitelemesi yapılıp kendisinden uzak durulması gerektiği, zaman zaman kimileri tarafından dile getirilerek bidat konusu gündeme gelmektedir. Peki bidat nedir? bidate karşı nasıl bir tavır içinde olunması gerekir?
Evvela Arapça bir kelime olan Bidat sözlükte: “Daha önce benzeri olmayıp sonradan ortaya çıkan şey anlamındadır. Ancak bidatın terimsel tanımı ile ilgili Âlimlerin iki farklı yaklaşımı vardır. Bazı Âlimler Bidatın alanını geniş tutarak Peygamber Efendimiz (S.A.V) döneminde olmayıp sonradan ortaya çıkan her şeyi bidat kapsamında değerlendirmişlerdir. Buna göre hem dünyevi hem de ibadi şeylere bidat denilir. Ancak bu yaklaşıma göre bütün bidatler kötü değil iyi bidat(Bid'at-ı Hasene) ve kötü bidat(Bidat-ı Seyyie) diye iki kısma ayrılmaktadır. Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) “Sonradan ihdas edilen her şey bidat, her bidat ise delalettir” diyerek ifade ettiği bidatler kötü bidatler olup Bidat-ı Hasene bu kapsamda değildir. Zira başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kim İslam'da güzel bir çığır açarsa (sünnet-i hasene) bununla amel edenlerin sevabını alır, kim de kötü bir çığır açarsa(sünnet-i seyyie) bununla amel edenlerin günahını alır”(Sahih Müslim). Ayrıca Hz. Ömer Teravih namazının camide düzenli olarak cemaatle kılındığını görünce “Bu ne güzel bir bidattır”(Sahih Buhari) demiştir. Bu deliller İslam'da sonradan ihdas edilen adetlerin tamamının kötü bidat olarak görülmediğini iyi ve kötü diye iki kategoriye bölündüğünü kanıtlamaktadır.Bu yaklaşıma mensup âlimlerin başında Şafii ulemasından İmam İz B. Abdüsselam, İmam Nevevi; Hanefi ulemasından İbn-i Abidin gelmektedir. Hatta İmam İz B. Abdüsselam Kavaid el-Ahkam kitabında bidatı Vacip-Mendup, Haram-Mekruh ve helal diye beş kısma ayırmıştır.
Buna karşılık bazı âlimler Bidatın alanını daraltarak bidatı dine sonradan eklenen dini amaçlı yapılan şeyler olarak tanımlamışlardır. Buna göre eğer şeri bir asla dayanıyorsa bidat-ı hasene diye nitelendirilen eylemlere bidat denilmesine gerek olmayıp mübah fiillerdir. Zira bütün bidatler kötüdür. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bidatlerin tamamının delalet olduğunu belirtmiş bidatler arasında herhangi bir ayrım yapmamıştır. Bu yaklaşımı temsil eden âlimlerin başında Maliki ulemasından İmam Şatibi Hanbeli ulemasından İbn-i Teymiyye gelmektedir.
Bu iki yaklaşım arasında aslında terimsel bir ayrım olsa da düşünce boyutunda da fark vardır; Bidatı sadece kötü bidat olarak tanımlayanlar Peygamber Efendimiz döneminde yapılmayan ibadet içerikli adetlere karşı temkinli yaklaşarak bunları bidat diye nitelendirip karşı çıkmış sünnetin yeterli olduğunu sünnetin dışında adetlere gerek olmadığını öne sürmüşlerdir. Diğer yaklaşım ise sünnetin esas olduğunu ancak bununla beraber İslam'a aykırı olmadığı sürece dinde aslı olan konularda yeni adetlerin olabileceğini bunların kötü bidat olmadığını savunmuşlardır.
Sonuç itibariyle fıkhi bir mesele olarak tartışılan bidat konusunda yapılması gereken ifrat ve tefrite düşmeden evvela Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) tavsiyelerini ve yaptıklarını (Sünnet) esas almaktır. Peygamber Efendimiz(S.A.V) hiç uyumayarak sürekli namaz kılacağını, sürekli oruç tutacağını, hiçbir zaman kadınlara yaklaşmayacağını söyleyen bazı Sahabelere “sizin en takvalınız benim. Ben hem namaz kılar hem uyurum, bazen oruç tutar bazen de tutmam ve evlenirim. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir”( Buhari Müslim) demiş, ayrıca güneşin altında ayakta durup oruç tutan ve kimseyle konuşmayan kişinin yanlış yaptığını ifade etmiştir. Üstat Said Nursi veciz bir ifadeyle meseleyi özetleyerek şöyle demiştir: “İhsan-ı İlahiden fazlası ihsan değildir”( Muhakemat) yani Allah Tealanın ve Rasulünün belirttiği ibadetlerden daha fazlasını yapmaya çalışmak ihsan ve iyilik değil bilakis kötülüktür. Ayrıca başka bir hadiste “Meydana gelen her bidat bir sünneti ortadan kaldırır”(Müsned-i İ.Ahmet) denerek bidatler hakkında temkinli olmamız gerektiği vurgulanmıştır. Ancak insanları ibadete teşvik edip onlara Allah'ı ve Rasulünü hatırlatacak programlar düzenlemek veya toplu halde Kur'an okuyup Allah'ı zikretmek, zikir meclisleri kurmak gibi fiiller-Peygamber Efendimiz döneminde bu şekilde yapılmamışsa bile-dinde aslı olan Kur'an ve sünnette genel anlamda emredilen şeyler olup bu şekillerle icra edilmesiyle ilgili herhangi bir yasaklama getirilmemiştir. Dolayısıyla İslam'a aykırı şeyler içermediği sürece bu fiillere karşı savaş açıp bidat diye nitelendirerek insanları dini duygularını canlı tutan programlardan uzaklaştırmak doğru değildir. Hatta bu yaklaşım -ne yazık ki- insanların adet haline getirdiği her şeye bidat şüphesiyle yaklaştığı için insanları tamamıyla sünnetten, zikir ve ibadetlerden uzaklaştırmaktadır. Zira her kötü bidat bir sünneti unutturduğu gibi sünneti hatırlamaya yardımcı olan adetlere karşı çıkmak ta sünnete hizmet etmeyip sünnetleri unutturmaktadır.