İslam, daha ilk yüzyılında Kuzey Afrika’ya yerleşti. Ancak Emevi emirlerinin zulmü Kuzey Afrika’da huzursuzluğa yol açtı. Yerli halk, memnuniyetsizliğini önce Bizanslarla kurduğu ittifaklarla belli etti. Bizans, bölgede tükenince oraya Basra civarından göç ederek yerleşen kişiler üzerinden Haricilik yayıldı ve muhalefetin ideolojisi haline geldi.
O ihtilaf içinde İslam, Orta Afrika’nın putperest toplumlarına ulaşamadı. Endülüs’e ise ihtiyaç duyulan nüfus aktarımı yapılamadı. Avrupa, bu ihtilafın semeresini topladı. O ihtilaflar sayesinde İslam orduları Fransa’nın içlerine açılacak mücahitlerden yoksun kaldı.
Hariciliğin zayıflamasıyla Fatımi Şia’sı bölgeye yerleşti. Bölge ihtilaf ateşi içinde kavrulurken Avrupa toparlandı. Endülüs’te saldırılarını artırdı. Kendilerini Harici-Şia tartışmalarının dışında tutarak cihada veren Murabıtlardan ürküp “önce Endülüs” hevesinden vazgeçti. İslam âleminin kalbine karşı Haçlı ordularını hazırladı.
Kudüs, Fatımilerin elindeydi. Artuklulardan Sökmen Bey ve İlgazi Bey Kudüs için Fatımilerle savaştılar. Bir ara onlardan aldılar ama ardından Fatımiler onlara karşı büyük ordu hazırlayıp Kudüs’e yeniden hâkim oldular. Kudüs, Fatımilerin elinde iken Haçlılar Kudüs kapılarına dayandı. Fatımi emiri onlarla anlaşmaya varıp Kudüs’ü teslim etti.
Endülüs’te ise kendilerini Harici-Şia tartışmalarının dışında tutan Murabıtlar, Muvahhidlerle karşı karşıya kaldı. İki taraf da tasavvuf kökenliydi. Ancak Muvahhidler, Murabıtların bid’ate düştüklerini iddia ediyorlardı. Müslümanların enerjisi onlar arasındaki ihtilafla tükenince Avrupa orduları Endülüs’e darmadağın etti, geriye ne Murabıt kaldı ne de Muvahhid…
Endülüs’ün son kalıntıları elden çıkıp, Endülüs Müslümanları bugün Gazze üzerine söylenen şiirleri andıran mersiyelerle Osmanlılardan yardım dilerken Osmanlı’da Fatih’in çocukları, II. Beyazit ve Cem Sultan arasında ihtilaf vardı. Cem Sultan, Batı’ya sığınmıştı.
İhtilaf, bu ümmetin en büyük düşmanıdır. İhtilaf, bu ümmetin düşmanlarının en büyük gücüdür. Ümmetin düşmanları, Ümmetin ihtilafı ile güçlendi. Bunun için sürekli ihtilaf ateşi yakıyorlar. Ümmetin yaşadıklarından habersiz olanlarsa onlara odun taşıyorlar.
Şiarlar ve acılar, birleştiricidir. Kudüs hem bir şiardır hem de bağrında acılar barındırıyor. Kudüs, bu ümmeti birleştirebilir; ümmetin vahdetini sağlayabilir.
Vahdet, asla teklik değildir; teklik tevhiddir. Tevhid, Allah’a mahsustur. Allah’a imanda tevhid, iman edenlerin ilişkilerinde ise vahdet esastır. Tevhid, mutlak bir tekliği anlatırken vahdet çokların; uyum içinde bir arada bulunmasını, güçlerini birleştirmelerini, acıda, hedefte, hücumda, müdafaada birlik içinde olmalarını ifade eder.
Vahdet, bir mezhep üzerinde buluşma değildir, mezhepsizleşmek de değildir. Vahdet herkesi, kendi yolu üzerinde kabullenerek ortak değerlerde buluşmaktır. Kim vahdeti, kendi fırkasına geçiş, kendi mezhebine intikal olarak görürse o vahdetin düşmanıdır.
Ortak değerler, suiistimalinden en çok rahatsızlık duyulan, suiistimali en çok huzursuzluğa, en çok fitneye yol açan değerlerdir.
Kudüs, Ümmetin ortak değeridir. Ama Kudüs’e hizmet davası, tarihi hatalara karşı bir tür tövbe psikolojisi içinde olsa bile bir mezhebin yayılması için aracı edinilmeye kalkılışılarsa Ümmetin ittifakı sağlanmaz, aksine Ümmetin içinde yeni bir çatışma ortamı oluşur.
Kişilerin başkalarını kendi mezheplerine çekmeye çalışması, İslam dünyasında hep ihtiyatla iç içe geçen bir hoşgörüyle karşılanmış. Mezhebine mensup intikal etme girişimi meşru görülebilir. Ancak fitneye yol açıyorsa meşru değil, yoldan çıkmaktır.
Mezhep çağırıcıları hissi bir tutum içinde sadece taraftar çoğaltmaya odaklandıklarında düşman bir gün geçmişte olduğu gibi onları “çağırma” işine devam ederken kıskıvrak yakalar, onların yaptıklarından kendileri de diğer Müslümanlar da zarar görür.
Onların kendi hayal dünyasında “Bütün Müslümanlar, bizim mezhebimize geçse problem kalmayacak” diye inşa ettikleri fikir Sünnetullaha aykırıdır, kendileri açısından sonuçsuzdur, Ümmet açısından tehdittir.
Nijerya’dan alınacak çok ders vardır. Orada İslamî hareket önderleri mezhep intikaline yönelerek toplumlarından koptular, sonra Afrika’nın perişanlığında geçiş yaptıkları mezhebin mensuplarını çoğaltıp milyonlara ulaştırdılarsa da ihtilafın bir parçası oldular, vahdet için yola çıkmışken tefrika ile anıldılar. Onlar ortak değerlerden söz ederken bunda ne kadar samimi olurlarsa olsunlar başkaları onları suiistimal içinde olmakla itham etti, onlara saldırdı, onları katletti.
Bugün Avrupa, Hıristiyan çoğaltıp Nijerya gibi zengin bir coğrafyaya tam hâkim olmak isterken Nijerya Müslümanları dış müdahaleyle oraya yerleşen fırka-mezhep tartışmaları içinde kavruluyor. Onların kör tartışmalarından kaybeden ise sıradan Nijerya Müslümanı oluyor; Ümmet oluyor.