İslam dünyası takriben üç asırdır tarih sahnesindeki başat özne rolünden uzaklaşıp edilgen bir nesne konumuna düşmüştür. Bu olumsuz gelişmede en büyük müsebbip sanılanın aksine İslam düşmanları değil İslam düşünce sistemindeki yozlaşmadır.
Farklı bölgelerde bir kısım büyük çaplı cins kafalar yetişse' de Ümmet topyekûn etkileyip tetikleyebilecek üç büyük akım ortaya çıkmıştır. Bunlar: 1- Vehhabilik 2- Nakşilik 3- İhvan-ı Müslimin hareketidir.
Vehhabi ekol, kendi dönemi açısından devrimci aksiyoner bir hareket olarak doğdu, ancak Muhammed Esed' in haklı tespitiyle, “Vehhabi akım doğduğu dönemde İslam'ın devrimci yüzünü yansıtıyordu; fakat içeriğinde barındırdığı aşırılıkları fark eden İngilizlerin kullanımına açık hale geldi…” (Mekke'ye Giden Yol) İngiliz aklının da Vehhabiliği etkilemesiyle bu akım “Sevad-ı azam” olan İslam'ın ana Omurgası Ehl-i Sünnette ciddi kırılmalara ve tahribatlara yol açtı, açmaya devam ediyor.
Bahaüddin Nakşibendi hazretleri ile başlayan Nakşi hareket,tasavvuf eksenli olsa da İslam'ın zirvesi olan cihadi geleneği de benimsediğini nice pratiğiyle ortaya koymuştur. Nakşilikteki tasavvufi anlayış İslam'ın özü pratiğini “tüm yeryüzünde mücadele” olgusuyla gösterdi. Bunun örneklerine İmamRabbani'nin Ekber Şah'la olan mücadelesinde,Orta Asya Fergana vadisindeki dergahların zalim idarecilere karşı iktidar arayışlarında, Mevlana Halid-i Bağdadi'nin Kürdistan merkezli yayılmasında rastlamak mümkündür. Şeyh Şamil'den Şeyh Said'e bugün gelinen noktada gerek Ehl-i Sünnet çizgisini temsil etmede gerekse sahih İslami anlayışı muhafaza etmede Nakşiliğin çok önemli bir fonksiyonu olduğunu kabul etmek gerekir.
Zamanla dergâh tasavvufçuluğu yönünün ağır basmasıyla kitleleşme ve siyasi yönünü azaltması tarihi misyonundan kısmen uzaklaşmayı beraberinde getirdi.
Üçüncü büyük akım olan İhvan hareketi ise: Dalga boyu olarak tüm İslam Âleminde taban bulan veya diğer İslami oluşumları etkileyip tetikleyebilen yaygın bir cemaat ve sahih bir anlayıştır. Bu başarısının sırrı kuruluşundan beri taşıdığı mutedil düşüncede yatmaktadır. Kısaca “ Vasat olan hasat alır.” Şeklinde özetlenebilecek temel metot çerçevesinde hareket eden ihvan, Fas'tan Cakarta'ya yayılma istidadı göstermiştir.
1928 de İngiliz işgali altındaki Mısır'da cemaatin kuruluşunu ilan eden İmam Hasan el- Benna ve arkadaşları halen ihtimamla takip edilen “Tevhit ve vahdet” anlayışını hareketlerininmerkezine oturtmuşlardı. İhvan bir yüzü Hamas gibi seçkin bir yapıyla kendini gösterirken diğer yüzü elemanlarına verdiği zorunlu ilim irfan eğitimiyle âdete bir tasavvuf dergâhına benzer. Öyle ki ihvan üzerinde araştırma yapanlar, “İhvanın köklü dini eğitimiyle bir milletvekilinin binlerce hadis ezberinin olması, bir gençlik kolları başkanının hatimle teravih kaldırabilmesi sıradandır…” derler. İhvanın 90 yıllık dava serüveninde ve 20 yy ‘a damgasını vuran Şehid Hasan el-Benna, Abdulkadir Udeh, Mustafa Sıbai, Said Havva, Mustafa Meşhur, Muhammed Bedii gibi liderler, M. Kutup Zeynep Gazali gibi mürebbiler, ŞehidSeyyid Kutup gibi büyük ideologlar yetiştirerek Ümmete yol göstermiştir. Bu gün ümmetin sürüklendiği etnik ve mezhebi çatışmalara yerinde net ve mutedil çözümler sunabilecek altyapısı olan İhvan'ın yeniden toparlanmasına ihtiyaç had safhadadır. Sisi eliyle İhvana vurulan darbeler, aslında ümmetin birikimine vurulmaktadır.