Askeri Konsey’in “örtülü darbe” anlamına gelen genelgesinin gölgesinde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden İhvan adayı Muhammed Mursi’nin zaferle çıkmasından sonra gözler, Mısır’ın geleceğine dönük tartışmalara odaklandı.
“Örtülü darbe” genelgesinden sonra Mursi’nin seçilmesi ve ilk iş olarak feshedilen parlamentoyu toplantıya çağırması, açıkçası vesayetçi odaklara meydan okuması anlamında müthiş bir girişimdi.
Farklı İslami kesimlerin dışında kalan demokrat, liberal, Batıcı kesimlerden sözde özgürlükçü tayfasının bu girişim karşısında vesayet kurumları olan Konsey ve Yüksek Mahkemenin kapısında sipere yatması, bu kesimlerin nihayette İslami kesimlere karşı vesayet tercihlerinin ‘ideolojik/genetik’ bir hastalık olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Mursi’nin Konsey’e boyun eğmeyeceğinin ilk işareti olan bu girişim, Mısır içerisinde vesayet yönetimi ile İhvan arasında geçecek mücadelenin de işaretini vermesi bakımından önemlidir. İçerde vesayete karşı verilecek mücadelede başarı sağlanmadıkça, vesayetin etkileri geriletilmedikçe de devrimin gerçek mecrasına kavuşması güç olacaktır.
İçerde verilecek mücadelenin de sadece Mısır iç dinamikleriyle sınırlı olmayacağı gerçeğinden hareketle İhvan’ın Mısır başarısının önüne geçilmesi arzuları, bölgesel hatta küresel aktörlerin Mısır iç mücadelesine müdahil olmalarını beraberinde getirecektir.
Arap bölgesinin belli ülkelerinde İhvan hareketinin güçlü oluşu, hatta bazı ülkelerde iktidara alternatif teşkil eden pozisyonları göz önüne alınırsa, Mısır İhvanı’na karşı gösterilecek reaksiyon cephesinde Arap krallıklarının başkumandanlığa terfi edeceği gerçeği ortadadır. Arap ülkelerinde İhvan’ı tehdit unsuru kabul eden bir genel krallık anlayışı vardır. Aynı krallıklar, bölgede gürleyen değişim dalgası karşısında mevcut konseptten yana tavır aldılar. Ancak değişim sonrası Mısır’da arzulanmayacak bir şekilde İhvan’ın iktidara yürüyüşü, “değişim konseptinin” belki de en ciddi “yol kazası” olarak ortaya çıktı. Yol kazasına karşı takınılacak tavrın, alınacak önlemlerin hedefinde ister istemez yol kazasının oluşturduğu fiili durumu bertaraf etmek olacaktır.
İhvan’ın iktidar yürüyüşü, en başta siyonist rejim için endişe kaynağı iken, Batılı aktörlerin Mısır’a atfettikleri jeo-stratejik önem de bu noktada Arap kralların endişeleriyle kesişen bir tabloyu ortaya koymaktadır. Bölge üzerinde “değişim konsepti” gereği siyonist rejim ve Batılı aktörlerin doğrudan müdahaleleri yerine yerel bölgesel figürleri aktörlük rolüyle dolaşıma sokma stratejileri göz önüne alındığında, siyasi kalpazanlıklarla alt edilemeyecek Mısır İhvanı’na karşı hangi kralların/ülkelerin siper alacağını kestirmek daha da kolaylaşmaktadır.
Türkiye’nin en büyük “rol/model” olarak lanse edildiği Arap baharının Mısır ayağında bu rol artık işlevsiz kalmıştır. Türkiye’nin “modellik” öngörüsü, seçimlere hazırlık döneminde laik devlet inşası üzerine kurulu olup “sözde Müslüman, özde laik” devlet projesi üzerine kuruluydu. Ancak Mursi’nin ilk Tahrir konuşması ve akabinde takındığı tutum, Türkiye modelinin Mısır’a dar geldiğinin de ilanıydı. Bu nedenledir ki, Mısır’da önemli gelişmeler yaşanmasına karşın “Baharın” müdahil ülkesi Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalmasının da anlamı ortaya çıkmaktadır. Sünni İslam dünyasında İhvan’ın pozisyonunu manipüle edebilecek İslam katkılı bir başka rejimin modelliği de bulunmadığına göre, ortada tek bir seçenek kalmaktadır. O da, Amerika ve siyonist rejim ile ortak “güvenlik” mülahazaları yapan yandaş Arap rejimlerinin başını çekeceği siyasi komploculuk akımının devreye sokulmasıdır.
Elbette Mısır arenasında mücadelenin şekil ve boyutunu şekillendirecek olan şey, iki taraftan birinin ya da her ikisinin belli bir yerden sonra müsabakadan çekilmesiyle ilgilidir. İhvan müsabakadan çekilirse, misyonuna zarar verecek; Konsey terk ederse Mısır’ın bölgesel ve küresel güçlerin kâbusuna dönme durumu ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan her iki tarafın da sonuna kadar mücadele alanından çekilmeleri beklenmemektedir.
Siyonist rejim, Camp David sürecinin sağladığı avantajla Mısır’ı arka bahçe olarak görme arzusunu sürdürecek; ABD, Mısır’ın küresel çıkarları için ifade ettiği jeo-stratejik konumunun devamını arzulayacak; Arap rejimleri de tıpkı HAMAS örneğinde olduğu gibi saraylarına halel getirme potansiyeli taşıyacak olan İhvan deneyiminin Gazze’den sonra Mısır’da da ete kemiğe bürünmesini asla istemeyecektir.
İhvan’ı çevreleme arzuları karşısında İhvan’ın işinin hiç de kolay olmayacağı gerçeğine karşın, İhvan karşıtlığında bölgesel ve küresel aktörlerin işinin de kolay olmayacağı bir mücadele denkleminin belirmesi olasılığı oldukça yüksektir.
Örneğin İslam devriminin etkilerine blokaj uygulama karşısında aynı güçlerin İran (ve Hizbullah) karşısında Amerikan-israil çıkarları ortak paydasında işbirliği yapmalarına karşın mezhep bezirganlarının ustaca tutumlarla “Şia istilasına karşı Sünniliği savunma” noktasında yürüttükleri başarılı stratejinin aynısını İhvan’a karşı yürütmeleri söz konusu olamayacaktır. Dahası, İhvan’ı yıpratıcı dezenformasyon politikaları da sokaklarda mezhepsel bezirganlık türünden bir karşılık bulmayacaktır. Burada yürütülecek politikalar, tıpkı Gazze’ye hapsedilmek istenen HAMAS’a karşı yürütülen siyasi ve ekonomik tecrit politikaları olacaktır ki, İhvan’a duyulan genel sempati, tıpkı şirret koalisyonunun HAMAS karşısında imajının kirlenmesi ve yıpranması gibi bir sonuç doğuracaktır.
Muhammed Mursi henüz iktidardaki ilk günlerini yaşarken Arap medyasına yansıyan kimi haber ve analizler, şirret koalisyonunun belli bir hareketlilik içerisinde olduğunu göstermektedir. Ürdün askeri ve istihbarat erkânının Suudi çıkarması, Suudi elçisinin Mursi’yi ülkesine davet etmesi ve Amerika’nın Mısır’a yaptığı geleneksel hibe şeklindeki yardımlarının şimdiden tartışma konusu haline getirilmesi, siyasi ve ekonomik cephedeki hareketlilikle beraber bu alanlarda aba altından sopa gösterilmesi çabaları olarak okunabilir.
Başını Suudi yönetiminin çektiği Arap korku imparatorluklarının ilk etapta Mursi ile yüzeysel dostluk denemelerinde bulunacağı anlamına gelen ziyaret davetiyesi, dostluk temelinde bir dönüştürme denemesi olacağı ve bu yönüyle Türkiye’nin “cicim aylarındaki” Esad politikasını andıracağı şeklinde okunabilir.
Türkiye’nin hak niyetine “Laiklik tavsi- yesi”ni teğet geçen Mursi ve ekibinin, başını Suudi hanedanının çekeceği “şartlı dostluk”a karşı nasıl bir tavır takınacağı önemlidir. Suudi hanedanının da aynı zamanda sermaye babalığı paralelinde geliştirmek isteyeceği şartlı dostluktan ne kadar başarı sağlayacağı da ayrıca önem arz edecektir.
Elbette birçok şey zamanla anlaşılacaktır. Ama her hal-u karda Mısır’da İhvan’ın iktidar yürüyüşü, halk hareketlerinden yeni bir şeytani konsept devşirmek isteyen Batılı güç ve yardakçılarının stratejik hamlelerinde büyük bir gedik açtığı gerçeği artık gizlenmeyecek kadar açıktır.