Mevlana, “Üzülme, ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir” diyor. Ancak Beydaba’nın şu sözü, günümüzde yaşadığımız hadiseler için daha canalıcı bir tesbit gibi duruyor: “İki kişiye üzülmek gerekir her gün vebal yüklenen kimse ile hiçbir hayır işlemeyen kimse.”
İşleri güçleri zulüm olan kimseler için üzülmek neye karşılık gelir bilmem ama çetelesinde, her gün ya çocuk kaçırma ya kaçıramadığı müslümanları yaşlı demeden, kadın demeden tarama, kendini kabul etmeyenin evine, işyerine, derneğine, partisine bomba atma, yakma gibi nice eşkiyalık bulunan çetenin, işlediği cürümleri hiç umursamadığını görünce, herhalde onlara suskun kalanların yüklendiği vebale üzülmek gerek.
Onlarla kamu adına, gizli pazarlık kuran ve cinayetlerine, saldırılarına imkan veren, seyirci kalan kimi birtakım hükümet yetkililerinin yüklendiği vebale üzülmek gerek.
Yakından uzağa, “Bakın şehid cenazeleri de gelmiyor.” sözü, yere düşmesin derken, bir gece vakti evinin önünde kurşunlanıp yere düşenleri hastaneye götürmeye bile neredeyse yanaşmayan hastaneye ve iki saat sonra gelerek, bir nevi olayın şebeke düzeneğinde yer aldıklarını ispat eden kolluk güçlerinin yüklendiği vebale üzülmek gerek.
İslam adına ve Arakan’dan Nijerya’ya, dünyada zulme uğrayan Müslümanlar adına, her daim ahkam kesen ve sözümona İslamcı medyada at oynatan, kerameti kendinden menkul, birtakım kanaat sahiplerinin ve yönlendirdikleri çevrelerin, üç maymunu oynaya oynaya maymuncuğa dönerken yüklendikleri vebale üzülmek gerek.
İktidara, kendine gülene, kendinden olana ve kendisine arka çıkana kiraladığı beyninin kıvrımlarında balık avlar gibi vurdumduymaz keyiflerin hesabını unutan softaların akıbetine üzülmek gerek.
Söz konusu mazlum; HÜDA PAR üyesi, gönüllüsü, oy vereni veya seveni olunca akrabası bile olsa, burun kıvırıp geçenlerin, insan kalıbında alıp verdikleri nefesler adedince yüklendikleri vebale üzülmek gerek.
Hem bahse konu mağdurlar, velev ki uzun namlulu silahla taranan kadın ve yaşlılar bile olsa, Hizbullah cemaatiyle şöyle ya da böyle alakalı iseler, esfel-i safilindeki köşesinde gazetecilik yapan canlının(!) Soma’daki faciada Hakk’ın rahmetine kavuşanlara “müstehaktılar” deyişi gibi, “onlar da şöyle yapmasalardı” türünden repliklerle yüklendikleri vebale üzülmek gerek.
Tabi en fazla da bu olayların böyle sistematik devam etmesi halinde, taşacak sabır deryasının kendilerine neye malolacağını kestiremeyen ve hep ağıtlarda, taziyelerde ve cenazelerde hatırlanan zavallı halk yığınlarının tepkisizlikten ve sessizlikten öte, malum saldırıları, film izler gibi seyrederken yüklendikleri vebale üzülmek gerek.
Ve yanlarında, kardeşlerinin ocağına ateş atılıp dumanları göğe yükselmişken, en büyük hayrın evvela bu yangını söndürmek olduğunu kasten unutup, kendilerince yaptıkları hizmetlerden aldıkları lezzeti, güya makbuliyetine alamet sayanların yüklendikleri vebale üzülmek gerek.
Ve en çok da, şöyle kendimize dönüp, ‘’Bir aziz davanın, yüce bir idealin müntesibi olduğum halde neden Kur’anla yeteri kadar haşir neşir olmuyorum? Neden davet görevimi hakkıyla yerine getirmiyorum? Neden kardeşlerimle bağlarımı güçlendirmiyorum? Neden kafire karşı izzetliyken kardeşlerime karşı affedici olmuyorum? Neden hep kusuru kardeşlerimde arıyorum?’’ diyerek sebep olduğumuz olumsuz sonuçlarla yüklendiğimiz vebale ve sonuçta üzdüklerimize üzülmek gerek.
Öyle ya, zalime öfkelendiğimiz kadar, nefsimizin heva ve hevesine karşı durmadığımız için, yüklendiğimiz vebale üzülmek gerek.