Geçen yazımda bölgede tutulan yolun yanlışlığına ve bölgenin sorunlarına derman olmadığına değinmiştim. Söz konusu sahada araştırma, inceleme ve birebir görüşmeler, isabetli değerlendirmeler ortaya çıkardı. Bunlardan birini yazmayı çok faydalı gördüm. Gayemiz bağcıyı dövmek değil, onu uyandırmak ve kötü gidişe bir şekilde son vermektir.
En fazla karşılaştığımız soru: 40 yıllık acı tecrübeye, ağır travmalara rağmen ve müspet görünen hükümetin heybesinde 14 yıllık iktidar tecrübesi varken suistimallerin, tıkanıklıkların ve yanlışta ısrarın önüne niye geçilmediği sorusudur. Yanlışta ısrar kavramını biraz açar mısınız diye soruyorum. Muhataplar: Aynı mantık devam ediyor. Halk kucaklanmıyor, halkın bilinçaltının değişmesine müsaade edilmiyor. Yani halkta aidiyet hissinin oluşmasına engel olunuyor cevabını veriyorlar. Bunu biraz irdeliyorum. Mesela: aidiyet hissi çok önemlidir. Sistem, ısrarla şimdiye kadar bize potansiyel sorunlu bölge muamelesi yaptı. İnancımızı tehdit olarak gördü. Bu ön yargı ile hareket etti. Bizi kendisine ait kabul etmedi. PKK ve muzahir yapılar da benzeri bir yaklaşımla: siz bu devlete ait değilsiniz, tüm haklarınız elinizden alınmış. Siz bu devletle savaşmak zorundasınız anlayışını dayattı. Bu güne kadar başımıza gelen tüm felaketler de iki yönlü bu kıskaçtan hâsıl oldu. İki taraf da zıtlıkta bir birlerini beslediler. Oysa toplum olarak biz bu noktada değiliz. Bu gidişatın değişmesi lazım, diyorlar.
Bu topluma biçilen bu kâftan, bir tercih mi yoksa şartların zorlamasıyla hâsıl olan fiili bir durum mu diye soruyorum. Bu gidişatın bu kadar uzun zaman devam ettirilmesi, meseleyi kökten halledecek bir yola girilmemesi, tarafların bu gidişattan memnun olduğunu, dolayısıyla bunun şartların zorlaması değil, bilinçli bir tercih olduğunu ortaya koymaktadır cevabını alıyorum.
Meseleyi kökten halledecek yol nedir size göre diyorum. Kimyamızı değiştirmekten vazgeçsinler. Bizi dönüştürme projelerini durdursunlar. İnsanımızın farklı bir kişiliğe zorlanması hiç kimsenin işine yaramaz. Bütünlük hâsıl olmaz. En başta Türkiye kaybedecek, hem medeniyet hem de güç noktasında hiç bir zaman dünya devletleri arasında layık olan yere gelemez. Bizim inancımız, örfümüz, sosyal kültürümüz bellidir. Bu yapımız, hiç bir şeye engel değil. Biz nasıl ki bu ülkede yaşayan herkesi olduğu gibi kabul ediyor aidiyet hissediyorsak aynı durum bizim için de yapılmalıdır. Bunun yapılması da tabi ki hükümete düşüyor. Önce yasal mevzuatlarda var olan sıkıntıları gidersinler. Bu sıkıntılar bellidir. Sonra da değerler noktasında halkın kalkınmasına yatırım yapsınlar. Ama kendi öz değerlerimizle. Bize sadece oy potansiyeli gözüyle değil, siyasi menfaat saikiyle hiç değil, bu ülkenin asli bir unsuru, tarihte olduğu gibi temel dinamiklerinden biri olarak bakılmalıdır, cevabını alıyorum.
PKK ve muzahirlerini nereye oturtmak gerekir diye devam ediyorum. Onu bu noktaya getiren, devletin kendisidir. Suistimaller, dayatmalar büyümelerinin alt yapısını oluşturdu. Hiç bir zaman PKK'nin genleri bu toplumunkilerle uyuşmadı. PKK'nin de devletin de dayatma ve dönüştürme projeleri kardeşliğimizi ve bütünlüğümüzü gölgelememeli. Çift taraflı bu projeler biterse hiç bir sorun kalmaz. Ne yapıp edip bu projeleri bitirmenin bir yolunu bulmalıyız. Etnik ve ideolojik dayatmalar Türkiye'nin tüm sorunlarının membaıdır. Şimdi Türkiye toplumu olarak bu teşhisi koymanın zamanı gelmiştir, değerlendirmesini alıyorum.
Değerlendirmeler buraya sığmayacak kadar uzun. Bu nedenle bu kadarla yetindim.
Türkiye'de herkes bu noktada olmalı değil mi?