Bu yıl Hac'da meydana gelen kazalar ve bu kazalarda hayatlarını kaybeden hacı sayısındaki yüksek rakamlar gözleri tekrar Suud yönetimine çevirdi. Kendilerine 'Hadimü'l Haremeyn' ünvanı veren Suud hanedanının Müslümanların üç kutsal mekânlarından ikisi olan Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere'ye ve oraları ziyaret eden Müslümanlara ne derece hizmet edip etmediklerinin en üst seviyelerden sorgulanmasının gerekliliğine inanıyorum. Çünkü kutsal mekânlar (Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve işgal altında bulunan Kudüs-i Şerif) tarihte ve günümüzde çok önemli bir yere sahiptirler. Bu mekânlar İslam'ın neşvü nema bulduğu mümtaz yerlerdir. Buraların hem korunması hem de asli hüviyetleri üzre görev ifa edecek konuma kavuşturulmaları hayati bir önem arz etmektedir.
Bir din için, bir ümmet için, kutsal mekânlar çok şey ifade ederler. Doğup büyüdüğü kutsal mekânları koruyamamış dinler, tahrife de uğramışlardır. Hıristiyanlık ve Yahudiliğin maruz kaldığı tahrifatın sebepleri arasında, doğmuş oldukları ana yurtlarını koruyamamış olmalarının önemli bir yer tuttuğu muhakkaktır. Sanki her kutsal mekân, orada doğmuş olan inancın ana rahmi ve o inancın kalesi gibidir.
Hacc'ın meşakkat olduğu doğrudur. Mekânın uzaklığı, izdiham ve Hacc menâsiki'ni eda etmenin elbette bazı zorlukları olacaktır. Ancak bugün sahip olunan teknolojik imkânlar, bu zorlukların bazılarını kolaylaştırmıştır. Eskiden aylar alan yolculuklar bir-iki saate inmiş bulunmaktadır. Diğer konulardaki zorluklar da, imkânlar akıllıca bir disiplin dahilinde kullanıldığında ortadan kalkabilir elbette.
Mescid-i Haram ve çevresinin genişletilmesi son yıllarda hacı adaylarının artması dolayısıyla zaruret haline gelmiştir. Suudi yönetimi her konuda olduğu gibi tavaf, say, vakfe, şeytan taşlama vecibelerinin ifa edildiği mekânları genişletme ve oralarda hacıların emniyet içinde vecibelerini ifa etmelerini sağlama konusunda yetersiz kalmıştır.
Hacc organizasyonu bir dikkat ve disiplin olayıdır. Meydana gelen bu elim olaylar organizasyonun çok zayıf kaldığının göstergesidir. Her ülkenin giden hacılarına, ev sahibi Suudilerle koordineli bir eğitim vermeleri kaçınılmaz bir hal almıştır artık. En doğrusu ise, Hacc olayının her ülkenin katkısı ile oluşturulacak ortak bir organizasyonla yönetilmesidir.
Devlet olarak Suudi yönetimi meydana gelen bu felaketin baş sorumlusudur. Kral Selman'ın Hacc Bakanı, Mekke Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürünü görevden alması yeterli bir çözüm müdür? Elbette değil. Mescid-i Haram'daki vinci dengeleyen ağırlıkların olmaması resmen bir skandaldır, cinayettir. Mina'daki olayın da çok açık bir ihmal neticesi meydana geldiği bellidir. Hacıların ters istikamete girmelerini engelleyen basit bir tedbirin alınmamış olması nasıl izah edilebilir?
Hacc ve umre'ye gidenler çok iyi bilirler ki, Suudi yetkililer, değil bu gibi kazaları önleyecek disiplini sağlamayı, basit bir temizlik olayını bile beceremiyorlar. Hacıların yoğunlukla ziyaret ettikleri Sevr Mağarası ve ilk vahyin indiği Cebel-i Nur ile Mescid-i Haramın çevre sokaklarının çöplerden geçilmez halde olduğunu herkes görmüştür. Mescid-i Haram'ın çıkış kapılarının hemen ötesinde bir dilenciler ordusunun durduğunu gördüğümde şaşırmıştım. Ya o en Kutsal mekân olan Ka'be'nin burnunun dibinde dikilen ve mekânı hem daraltmış hem de çirkinleştirmiş otellere ne demek lazım?
Bütün bunlar bir yana, göz göre göre 'geliyorum' diyen kazalara önlem almamış yetkililerin bu ihmallerini 'İlahî kader' ile izah etmeye çalışarak İslam'a ve Müslümanlara hakaret etmeleri asıl büyük faciadır bence.
Evet, ilâhi takdirin bu olaylar üzerinden verdiği mesajı okumak gerekir. Bence ilahi kader, başımıza gelen bu tür olaylar vasıtasıyla bize önemli mesajlar iletmektedir. Mümin kimse, bu mesajları alıp okur ve günahlarına tevbe eder. Müfsit ve zalimler ise, ihmallerinin suçlusu olarak kendi nefislerini değil, ilahi takdiri sorumlu tutarak kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar.
Suudi hanedanı bölgede yaptığı fesadın yanlışlığını anlayabilecek mi acaba? İslam ümmeti de, esaret altında inleyen Kudüs'ü hatırlar mı acaba?
Bence bu facialar üzerinden Ka'be-i Muazzama şöyle feryat ediyor: 'Ey Müslümanlar, bana gelmeyin, sizin haccınız Kudüs'ü kurtarmak için savaş vermektir. Orayı kurtardıktan sonra bana geliniz. Orası Siyonistlerin esareti altında duruyorken, halkı zulüm altında inliyorken bana gelmenizi istemiyorum. Hem birbirinizi vahşice kırıp dökerek kazandığınız günahlarla beraber ziyaretime gelmeye utanmıyor musunuz?'
İlâhî, bizleri günahlarını anlayıp tevbe edenlerden eyle! Şakî, fasit ve zalimlerden eyleme.