İslam davasına hizmet yolunda temel gaye, Allah'ın rızasını kazanmak ve ihsanına nail olmaktır. Muvaffakiyet ise, kulun yapması gereken vazifesini bihakkın yerine getirdikten ve beşerî gücünü kullandıktan sonra ancak beklenebilir. Allah'ın kendisine yüklediği vazifeyi yine ona gördürmek gibi kuru temennilerde bulunmak ise asla değildir.
İnsan, tüm beşerî imkanını kullandıktan sonra, engellenip yapacağı bir şey kalmayınca ahvali Rabbine arz eder. İşte o zaman, rabbinin kesin yardımının arkasında hazır olduğunu bulacaktır. Nitekim bütün peygamberler, kendilerine düşen vazifenin tüm icaplarını yerine getirdikten ve beşerî gücünü kullandıktan sonra Rabbine yönelerek: "Ya Rab! Ben mağlup oldum. Benim takatim kalmadı, artık sen yardımını gönder" deyince, Allah'ın yardımı hemen yetişmiştir:
Şu hâlde zulme ve tuğyana karşı kıyam eden hakkın savunucuları, hiçbir zaman bu noktayı gözden uzak tutmamaları gerekir. Şartlar ne olursa olsun cahiliye erbabına karşı cihada çıkan iman taifesi, göstereceği samimiyet, sabır ve azimle koca kâinat kuvvetlerini kendi yardımına koşturmaya hak kazanabilirler.
Evet, yeryüzünün herhangi bir yerinde hakkın müdafaası uğruna kıyam eden bir diriliş hareketi, bir kere olsun indiği meydanı terk etmeden Allah'ın gücüne sığınıp dayanmalı, Allah'ın emri gelinceye kadar sabretmeli ve direnmeye devam etmelidir. Ve bilmelidirler ki, kendilerini görüp gözetleyen Zat-ı Kibriya'yı aciz bırakacak hiçbir güç yoktur.
Allah (c.c.) hiçbir zaman kendi dostlarını düşmanlarının eline terk etmek istemez. Sadece imtihan gereği bir müddet dener; onlar bu devreyi aştıkları ve imtihanı başardıkları zaman, ilahi irade de yapacağını yapar. Ve onlarla yeryüzünde dilediği hareketi tahakkuk ettirebilir ve onlarla inanılmaz harikaları yaratabilir.
Şurası muhakkaktır ki, cahiliye hükmüne karşı Allah'ın hükmüyle kıyam eden bir hareket, Allah'ın dinine bağlı kaldığı ve ihlâsına halel getirmediği müddetçe Allah (c.c), onu cahiliye erbabına karşı yalnız ve sahipsiz bırakmaz, bu onun ezeli vaadidir. Vadinde durmamak ise, O’nun şanına yakışmaz. Ondan daha güzel vaadini yerine getiren kim vardır!
O, kuluna iki güzel şeyden -ya şahadet ya zaferden- birini mutlaka ihsan edecektir. Hatta bu uğurda kullarına vereceği şehitlik mertebesi, onlar için tüm dünyevi mükâfatlardan daha üstündür. O halde mümin için kaybedilecek bir şey yoktur. O dünyevi olarak mağlup olmuş görünse de başarıya ulaşanın ta kendisidir.
Aslında tevhidi bir misyonla cahiliye güçlerinin karşısına çıkanlar, kendi güçlerini onların gücüyle mukayese etmemeleri gerekir. Hakikatte müminlerle kâfirlerin gücü birbirine denk değildir. Çünkü cahiliye erbabı sadece kendi gücüne dayanmakta, Müminler ise Allah'a dayanmakta ve ona istinat etmektedirler.
Şu var ki, müminler kendini ispatlamak zorundalar. Bazen imtihan süresi uzayabilir. Zorluklar çekilmez, dayanılmaz hale gelebilir. Ancak bilinmelidir ki, bu da yüce Mevla’nın bir imtihanıdır. Nitekim Nuh aleyhisselam, kavmi ile dokuz yüz elli yıllık bir mücadele neticesinde ancak bunu hak edebilmişti. Nihayet Allah'ın takdir ettiği zaman gelince her şey oluvermişti.
İşte bu dokuz yüz elli yıllık bir çabanın mahsulü olan bir azınlık müminler, Allah'ın ölçüsünde bütün o imansız yığınlara tercih edilmiş, zalimler güruhu çerçöp gibi süpürülüp denize dökülmüştür. Yüce kudret, kâinat kuvvetlerinden su unsurunu devreye koyarak o beyinsizler güruhunu kökten yok etmiştir.
Şu hâlde mümin kendi işini yapmalı, Allah'ın işini Allah'a bırakmalıdır. Allah (cc), işlerini ne zaman ve ne şekilde yapacağını bilir. O, kullarının dualarını mutlaka kabul eder, ama siparişlerini kabul etmez. O, hüküm ve hikmet sahibidir.