Sıcak bir yaz günüydü. Körüklü bir belediye otobüsündeyiz. Bir ara sanki aracın tekerinden çok da normal olmayan ve giderek yükselen bir ses geldi. Şoför çok umursamadı ancak çehrelerine yabancılık düşmüş eğreti tipler vardı araçta, onlar öyle bir paniğe kapıldılar ki ayağa kalkıp şoföre; “durdur şu otobüsüüü” diye bağırdılar. Şoför korkuyla durdurdu, sonra “kapıyı aç” dediler ve dehşetle kendilerini dışarı attılar, dışarı atlarken birbirini ezdiler hatta düşünce başını kaldırıma vuran bir tanesinin alnındaki kan şu an gözümün önünde sanki. Şoför sakince ve şaşkınca gelmiş ve “Yahu ne oluyor, arabada bir şey yok, bir ses geldi diye bu ne iş arkadaş” diyordu.
Bu basit hatırayı şunun için anlattım: Çevreyle ilişkilerimizde beş duyunun yanında söz ve hal ile maruz kaldıklarımıza karşı sergilediğimiz tavır, aslında hakikat planında paylaştığımız konumumuzdur, başka deyişle o demdeki haritamızın aklî, ruhî, kalbî ve nefsî koordinatlarıdır.
Bu nedenle insanların etkileme ve etkilenme süreçlerindeki farklılığı sadece mizaçları belirlemez, dünya görüşleri ile alıştıkları yaşam biçimleri de reflekslerinin hem niteliğini hem niceliğini tayin eder.
İşte Bediüzzaman(rh)’in "İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder" şeklinde özetlediği silsile, aktüel hadiselerin topluma ve onu oluşturan fertlere yansımasını da anlatır.
Bugün, uzaklarda olduğu kadar birçok yönden burnumuzun dibinde olan ABD’de yeni seçilenlerin sözde sevineceği gün olacaktı. Ancak 330 milyonluk ülkede herkes tir tir titriyor.
Mesele -düz mantıkla- siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan en güçlü olduğu için en güvende olması gereken bir ülkede abartılan bir paranoyadan ibaret değil.
Çünkü sekiz aydır 400 bin Amerikalının ölümüne yol açan virüsten yedikleri darbenin dehşeti yetmezmiş gibi dünyanın zorla jandarmalığını yaparken kendi kongresinin basılmasıyla aleme rezil olmaları ve ardından kendi vatandaşlarına karşı aldıkları devasa tedbirlerden sonra artık uluslararası sahada tehditlerinin asla eskisi kadar prim yapmayacağı bir savrulmadan söz ediyoruz.
Başkalarından çalınan emek, para, hayat ve hayallerle kurulan bir yağma imparatorluğunda geçen yılın rakamlarına göre yılda kişi başına düşen milli gelir 47 bin doları geçiyor. Kanını emip canına okuduğu nice ülkeden sadece biri olan Afganistan’da ise bu rakam sadece 160 dolar. Şimdi son yaşananları izleyen ve bir ABD bombardımanında ayağını, kolunu kaybeden Kunduz’lu çocukların duyguları sizce nasıldır?
1 Şubat 2003 tarihinde TV’ler, içinde 6 Amerikalı bir israil işgal rejiminden 7 astronotun bulunduğu uzay aracının dünyaya dönüşünü gösteriyordu ki yere inmeden 16 dakika önce havada yanıp kül olduğunu da böylece canlı canlı izlemiştik. Tabi daha yanmadan “Allah’ım şunu paramparça et” duasına koğuştaki arkadaşların “amin” deyişini unutmadım sonraları bir arkadaşın “he he sizin duanız kabul oldu o yüzden düştü” diye latifesini de unutmadığım gibi. Ölen israilli pilot daha önce kim bilir Filistinliler üzerine kaç defa bomba bırakmış bir savaş pilotuydu. İlginçtir sanırım Teksas’tı, ajanslar ‘Filistin’lilerin yaşadığı bir mahallede o Yahudi pilotun yani Ilan Ramon’un çizmesi bulundu’ diye bir haber geçmişlerdi.
“Eğer siz acı çekiyorsanız sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan onların ummadığını umuyorsunuz. Allah ilim sahibidir, hakimdir.” (Nisa 104)
Eh bize de ufaktan mırıldanmak kalıyor:
“Seyreyle Güzel Kudret-i Mevla Neler Eyler,
Allah’a Sığın Adl-i Teala Neler Eyler.”