"Başlık olmayı hak eden bu iki kelimelik ibare, bir Çin atasözü aslında...
Çinliler birine beddua edecekleri vakit, “İlginç zamanlarda yaşayasın!” derlermiş. Tabi bu söz akıl, iz'an ve ferasetin, olayları anlamakta âciz kaldığı durumları anlatmakta kullanılır olmuş.
Bir süredir, özellikle dış politikada bu söze haklılık kazandıracak bir sürece tanıklık ediyoruz.
Birkaç hafta önce ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, israil Cumhurbaşkanı Peres'le katıldığı bir programda, Suriye güçlerinin Halep çevresinde yığınak yaptığını bunun, stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızıçizgi olabileceğini belirtti.
Takip eden süreçte ise, Rusya'nın Suriye'ye askeri helikopter gönderdiğinden tutun da, Türkiye'nin Suriye'ye haddini bildirmesi gerektiğini belirten açıklamalarına varana kadar, Türkiye'yi Suriye'ye karşı kışkırtacak her söylemi kullandı Anglo Sakson, Beyaz Bayan Clinton.
Kendinden daha küçük çocukları kavgaya tutuşturmak için basit ve çocukça tahriklere başvuran “mahalle abisi” rolündeki ABD ve israil, amiyane tabirle bu gaza gelen Türkiye'nin Suriye karşısındaki mevcut pozisyonundan oldukça memnun görünmektedir..."
Yukarıdaki satırlar tam beş yıl önce,13 Temmuz 2012 tarihli bu köşeden yayınlanan yazımdan.
Çok şükür, Türkiye bugün Suriye dış politikası itibarı ile bu noktada değil.
En azından Rusya ve İran'la beraber üçlü bir mekanizma kurup "Çözüm askerî değil, siyasidir!" aşamasına gelmiş.
Ama ilginçlikler silsilesi devam ediyor.
ABD, önce bir camiyi, ardından da içinde çoluk-çocuk yüzlerce masum insanın bulunduğu bir okulu bombalayarak katliam üzerine katliam yaptı.
Büyük Şeytan'ın bunu yanlışlıkla yaptığına inanmak, artık hamakat değil, eblehiyet olsa gerek.
Trump iş başına geçer geçmez, Savunma Bakanı aracılığı ile Suriye'ye daha fazla müdahil olacaklarını açıklamıştı.
İşte bu müdahilliğin sonuçları bunlar.
ABD'yi suçlamanın hiçbir faydası yok.
Gerekçesi ne olursa olsun, kendi topraklarımızda savaş istemenin nasıl felaketlere yol açabileceğini artık öğrenmiş olmamız gerekir.
Hele hele işin içinde emperyalist AB(D) varsa bunun işgalle sonuçlanacağını da...
Üç gün önce ajanslara düşen şu habere bakalım:
Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'i ilk sorgulayan eski ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) Ajanı John Nixon, iki aydan fazla süren sorgulamalardan sonra bu ülkede kimyasal silah olmadığı sonucuna vardıklarını söyledi.
Şaşıralım mı?
Hayır.
Tam tersi, şaşıranlara şaşıralım.
Başını ABD'nin çektiği Batı bloğunun amacı, Saddam'ı devirmek değil; Irak'ı işgal etmekti.
Suriye meselesi başlar başlamaz "Bu filmi seyretmiştik!" dememizin ve ısrarla savaşa taraftar olmamamızın sebebi bu idi.
Maalesef sonuç değişmedi: ABD ve Rusya Suriye'yi işgal etti.
Baas bataklığını ve bu bataklığın ürettiği sivrisinekleri bu ümmetin başına bela eden Batı'nın aklına defalarca saraylarında ağırladıkları Saddam, Kaddafi ve Esed'in diktatör olduğu gelmişti.
"Defalarca ısırıldığımız delikten bir kez daha ısırılmanın faturasıdır yaşadıklarımız."
İlginç zamanlardayız Vesselâm!
Yüzlerce insanın katledildiği katliamları görmeyen İslam ülkelerinin medya organları, İngiltere'ye anlık canlı bağlantılar gerçekleştirip saatlerce yayın yapabiliyor.
siyonist işgalci rejim, bir yandan Filistinli Müslümanları her gün katlederken diğer yandan Suriye'yi bombalayan jetlerine engel çıkarılmaması için açıktan tehditler savuruyor.
Suriye sahasını cehenneme çeviren politikaları ve faşist Sisi cuntasını finanse ettikleri gibi Suriye sahasındaki grupları da finanse eden Körfez ülkeleri ise ölü sessizliğine gömülmüş.
Müslümanlar arası bir savaş için her türlü kışkırtıcılığı yaparken şimdi ABD'nin işgal ve katliamları karşısında tek bir tanesinin dahi "gık"ı çıkmıyor.
İşimiz Allah'a kalmış.
"Rabbimiz! Bize merhametini yağdır ve bu durumdan bize bir kurtuluş yolu göster!" (Kehf-10)