Türkiye’nin güneyinde, Suriye’nin kuzeyinde gerçekten baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Güvenli bölgeyle ilgili varılan mutabakatlar ve bu anlaşmalar ekseninde gelişen ilişkiler, tartışılmaya devam ediyor.
Gerek ABD’nin gerek Rusya’nın Türkiye ile vardıkları ani ve hızlı anlaşmalar hengamesinde, işgalci iki gücün bölgedeki örgüt temsilcisiyle bu denli muhabbetleri, diyalogları, iltifatları; varılan anlaşmaya tekrar dikkatleri çekiyor. Muhatap iki ülkenin, yani Amerika ve Rusya’nın örgütle bu denli “aşk”a yorumlanacak düzeydeki yakınlıkları söz konusu mutabakatlara nasıl yol verdi? Düşündürüyor…
Türkiye açısından 5 gün içerisinde varılan iki mutabakat zahire göre büyük bir başarı gibi duruyor. Rusya hariç Amerika ve diğer müstekbir ülkelerin bölgeden çekilip gidiyor olmaları veya o kararı almaları, siyonist rejimin pek ses çıkarmıyor gibi durması biraz ilginç duruyor.
Meseleyi irdelemeye çalışırken Türkiye’nin sahada veya masada elde ettiği inisiyatifi görmezden gelmiyorum. Nihayetinde öteden beri Türkiye’nin o bölgeyle ilgili talepleri şu an kabul gören hususlardır. Bu manada Türkiye’nin, mutabakatlara uyulması halinde, taleplerini elde ettiği görülüyor. Burada ifade etmek istediğim şey; silah ve paraya boğulan örgütün kolay kolay terk edilmiş olamayabileceği hususudur.
Trump’ın basın açıklamasında SDG güçlerini yöneten kişiyi öve öve bitirememesi, YPG temsilcisinin Amerika’da kabul görüyor olması, varılan anlaşma noktasında soru işaretlerini oluşturuyor.
Soru işareti oluşturan bir husus daha var, “Ezeli iki düşman” diye bilinen ABD ve Rusya’nın bu mutabakatlar noktasında gayet “mülayim” ve “Alicenap” davranıyor görünmeleri… Her biri bir bölgeden çıkarken diğeri giriyor ve bu da sorun olmuyor. Gerçekten çok ilginç bir durum değil mi? Yoksa Trump’ın Rus adamı olduğu ve onların etkisiyle seçildiği tezi doğru mu gerçekten?!
Şeytanların hile ve desiselerine karşılık Allah’a sığınmak, tedbirlere sarılmak gerek. Bunlar İslam coğrafyasıyla ilgili hayır düşünecek güçler değiller. ‘Müdahale’ için bahane aradıkları günler geride kalmışken, şu an ‘çıkmak’ için kendi elleriyle/dilleriyle zemin oluşturacakları pek düşünülmemeli. Her ne olursa olsun, 'öteye geçmek’ 'ilerisini düşünmek’ mecburiyeti vardır.
Türkiye’nin ABD ve Rusya’yı güç ve kararlılığıyla ilzam ettiği düşünülse dahi, bunların koparmak istedikleri tavizlerin olabileceğini ve peşini bırakmayacakları akıldan ırak edilmemeli.
Bütün bu plan ve projeleri akim bırakacak en önemli ve belki de tek şey; her nerede olursa olsun adalet ve hukuk ekseninde hareket etmek; karşıdaki herkesi düşman kefesine koymayarak, bu noktada toptancı davranmaktan kaçınmak; ırkçılık ve diğer müzmin hastalıklardan azade, mazlum yöre halkına müşfik ve merhametli davranarak, kadim medeniyetin manevi etkilerini hissettirmek; uygulamalar ve yaklaşım tarzıyla, ABD ve Rusya’nın koruyucu olmadıklarını halka ilka etmek, göstermek, hissettirmek olacaktır.
Bir tek görüntü bile olsa, birkaç kadın ve erkeğin Amerika askerleri zırhlılarının önüne geçerek; ‘Bizi bırakıp gitmeyin!’ diye yalvarmalarını mahkum edecek yerde, ‘Bunları bu noktaya getiren algı, duygu, düşünce nedir?’ 'Onları bu denli korkutan gerçekten bizim yapıp ettiklerimiz midir?’ şeklindeki bir yaklaşım tarzı daha isabetli, daha doğru ve daha müspet sonuç getirici olacaktır. “Kontrollü yaşam”dan kasıt; halkın genel-geçer, örf-adet ve tarihten gelen yaşam biçimine müdahale ise, sorun çözülmemiş demektir. Irkların yaşam biçimlerine göre coğrafya-vatan tayin etmek, demografik yapıya müdahalenin doğurduğu kaotik ortamdan başka bir işe yaramayacaktır. Bunun gibi müdahalelerden çekilen sıkıntılar ortadayken daha nasıl buna tevessül edilir, akıl kârı değildir.
Nihayette demem o ki; evet gerçekten ilginçlikler var, ama tedbirler halka müspet yaklaşım tarzıyla alınabilir, alınmalıdır. Hakk’ın doğru bulmadığı yaklaşım tarzları ve dayatmalar, zafer görülen üstünlükleri hezimete çevirebilir. Bizden söylemesi...
Selam ve dua ile…