İlmin gayesi saadet-i ebediyedir. Saadet-i ebediye Rıza-i Bari ile olur. Rıza-i Bari ise marifetullah ilmi ile mümkündür. Marifetullah için ilim ve amelde ihlasın mevcudiyeti şarttır.
İslam uleması bazen ilim terimini marifet ile tanımlamıştır. Seyyid Şerif-i Cürcani ilmin keyfiyetini açıklarken tariflerinin birinde “ilim, nefsin bir şeyin manasına ulaşmasıdır.”[1] diye tarif etmiştir. Marifet daha ziyade, kalbi hususiyetle beraber idrakı kapsayacak şekilde tarif olunmaktadır. Bu itibarla Tahanevi “ilim ahiret yolunu dosdoğru gösteren (klavuz) bilgiler topluluğudur,” şeklinde tarif etmiştir.[2]
Söz konusu ettiğimiz ilim, şüphesiz kulların ilmidir. Kulun ilmi sınırlı ve vasıtalıdır. Allah(cc)'ın ilmini kulun tarif etmeye gücü yetmez; ancak Allah (cc)'ın bildirdiği “onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.”[3] ayeti kerimesi, Allah (cc)'ın ilmi hususunda bundan başka bir tarif ve tasavvuru, kul için mümkün kılmaz.
İnsanın sahip olduğu ilmin değer kazanması ise; ancak marifetullahla ve marifetullahı Allah'a kullukta vasıta kılması iledir. O halde Allah (cc)'a ulaştıran ilim her hayrı işlemede vasıtadır. Allah (cc)'ın rızasına ulaştırmayan ilim ise her şerde vasıtadır.
İlmin hakikatı; Müminin sırat-ı müstakim üzere dünya ve ahiret saadeti olan gayesine ulaşması için onu vasıta edinerek tasarrufta ve tanzimde amil olmasıdır.
Allah (cc) insana vermiş olduğu ilmin keyfiyetini ve gayesini şu ayeti kerimede manidar ve özlü olarak belirtmiştir. “Bilmediğin şeyin ardına düşme (peşinden gitme) doğrusu duyman, görmen ve muhakemen (kalbinin idraki) ondan sorumludur.”[4]
İlim ve bilgi adına toplanan her malzeme faydalı olabildiği gibi aksine her çeşit bilgi ile amel de hayır değildir. İlmin kazanılması, ihlas esaslı olup Marifetullah'a, Rıza-i Bariye ve saadet-i dareyne nail olmak gayesiyle olursa ıslah'a, aksine bütün çalışmalar fısk ile fesada sabebiyet verir. Zira peygamberlerde olan ilimle şeytanda olan ilmin farkı, keyfiyeti ve neticeleri bilinmektedir.
İlmin muhatabı müellifi ve muhafaza mekânı akıl; muhakeme, karar ve onay makamı kalptir. İslam uleması ilmin haber-i sadık, istidlal (akıl yürütme metodu) ve havassı hamse-i selime (beş duyu organı) olmak üzere üç tane vasıtanın olduğunu belirtmişlerdir. Havas-ı hamse ve istidlal ile elde edilen ilimlerden ibaret olarak insanların ihlasla saadeti dareyne ulaşabilmesi için yeterli değildir. Bunun için yüce Allah(cc) bütün insanlığın atası olan Hz. Adem (as) ile beraber risalet ve vahyi ile insanlığa tebliğ olunmak üzere nakil ilim göndermiştir. Böyle olduğu halde yine de zaman zaman insanlar heva ve heveslerine tabi olmuş, yeryüzünde fitne ve fesat meydana getirmişlerdir. İhtilaflar dahi devam etmekte ve kıyamete kadar da devam edecektir.
Bu hakikatı beyanla Allah (cc) Kur'an-ı Kerimde: “İnsanlar bir tek ümmet idi. (Kimi iman etmek, kimi küfre sapmak suretiyle ihtilafa düştüler) Binaenaleyh Allah (Rahmetinin ) müjdecileri (azabının) habercileri olmak üzere (onlara) peygamberler gönderdi. Ve beraberlerinde insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için hak kitaplar da indirdi. Halbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirine ihtiras ve hasetten ötürü ihtilafa düşenler o (kitap) verilenlerden başkası değildir. İşte Allah (böylece) iman edenleri, kendi iradesi ile, hakkında ihtilafa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah (cc) kimi dilerse onu doğru yola iletir.”[5] diye buyurmaktadır.
İnsanların çoğu, zaman zaman vahiy (haber-i sadık)den ayrılarak diğer vasıtalarla elde edilen ilim veya haber-i sadık ile gelen ilmi kendi hevalarına göre tahrif edip yorumlamaya gitmek suretiyle ihlası kaybedip isyana ve ifsada dalmışlardır.
Mefsedetlerin Odakları
Bütün mefsedet hareketlerini genelde iki odaklı olarak görüyoruz:
1-Dış mihraklar
2-İç mihraklar
1-Dış mihraklar
İfsadın ve isyanın bir çok yolları oluşturulmuştur. Putperestlik, beşeri sistemler ve ateizm gibi... Bu sistemler bilimsellik adıyla dine karşı mücadeleyi kendilerine asli görev bilmişlerdir. Batıl ve şer güçler çeşit çeşit de olsa ekseriyetle İslam'a karşı sinsi planlarla sistematik olarak birleşmişler ve bir çok imkanları ile güç birliği yapmış, buna halen de devam etmektedirler. Bir kısmı alenen dine karşı bilimsellik sloganları ile vahyi reddederek İslam coğrafyasında şirkin ve zulmün yayılması için çalışmış ve bu hususta maalesef etkili olmuşlardır. Akılcılık, pozitivizm, bilimcilik ekolü; “Bilimin ulaşamayacağı hiçbir şey yoktur. Bilim her şeyi er geç ortaya çıkaracaktır,” diyerek bilimin dışındaki her şeyi inkar edip dine karşı savaş açmışlardır. Gaye, ilahi dini yok edip veya etkisiz hale getirmek ve kendi beşeri pozitivist ideolojilerini din yerine ikame etmektir. Ayrıca “Sosyal olayları ilkel toplumlardan modern toplumlara doğru sürekli bir evrimin bulunduğunu iddia ederek izaha çalışan filozoflar bilim ilerledikçe dinin ortadan kalkacağını iddia edecek derecede çıldırmışlardır. Cahili bütün eğitim sistemleri temelde bu akideye dayanır.”[6] İhlaslı ilim sahipleri ise, Allah (cc)'ın ve Resulünün –mütevatiren verdiği bütün haberlerin doğruluğunu -akıllar kavrayıp anlamasa da kesin kabul eder ve inanırlar.
2−İç mihraklar:
Dıştaki mihrakların bu şekilde İslam alemi içerisinde meydana getirmeye çalıştıkları mefsedet hareketlerinin yanında bir de içte ihanet şebekeleri oluşturmaya, hakeza ehl-i İslam'ın ıslahını, birlik ve beraberliğini bozmaya çalışan şer güçler yüzyıllardan beri var olmuş ve var olmaya devam etmektedirler.
İç mihraklar, mefsedet noktalarının en tehlikeli ve en zararlı olanlarıdır. Zira bu mihrakların amacı, İslam maskesi altında İslamın bir hayat sistemi olduğu gerçeğini insanların düşüncesinden silmek veya bulandırmaktır. Resulullah (sav)'ın örnek hayatını belli bir zamana ve kavme münhasır gibi gösterip Peygamber (sav)'in konumunu, bağlayıcılığını izale ile Müslümanların hayat önderliğinden tasfiye etmeye çalışmaktır. Bununla beraber İhlas ile çalışıp didinen İslam Ulemasının kıyas ve icmasını küçük görerek bunların gerekliliğine halel getirmeye çalışmaktadırlar. En son olarak da K.Kerimi tartışmaya açıp sorgulama küstahlığına işi vardırmaktadırlar.
Zaten İslam ahkamını toplumun sosyal ve siyasal hayatından tecrit ettikten sonra bu sinsi emellere kavuşmak İslam'dan bihaber kalan kitleler üzerinde etkili olmaları kolaylaşmış olur.
İHLÂSLA ÇALIŞMANIN YOLU VE GERÇEĞİ
Müslümanlar, şer güçlerin tahribat ve zararlarından korunmak, onları etkisiz hale getirmek zorundadırlar. İslam'ı gereği gibi yaşamak ve sadece kulluğu Allah'a hasretmenin önündeki engelleri bertaraf edebilmeleri için evvela Allah (cc)'ın kitabını ve Resul-i Ekrem'in sünnetini iyi öğrenmeleri gerekir. Resul-i Ekrem'in ve Ashabının yaşadığı İslam'i hayatı örnek alarak, ehlullah ile ehli tağutu birbirinden ayırt ederek, hak ve batılı birbirine karıştırmadan, saf ayrılığını iyice belirlemeleri şarttır. İslam’ın fert ve toplum olarak pratikte yaşanması esastır. Esasen İslam'dan başka hiçbir din ve sistemin teori ve pratiği aynı değildir. Bütün beşeri din ve sistemler teoride toplumların hoşuna gidecek şeyleri vad ederler. Fakat pratikte çok çelişki ve zıtlıklar mevcuttur. Bu bir realitedir. İslam ise fıtri hayatın saadetin ve selametin ta kendisidir. Bununda en büyük delili bizzat Allah Resülü (sav) ve ashabının oluşturduğu ferdi, ailevi, içtimai, siyasi, askeri ve cihanşümul devletin ta kendisidir. Bu itibarla bütün bu unsurlar, kıyamete kadar ümmet için hatta insanlığın huzuru için yegane örnektir.
Allah (cc)'tan tüm kardeşlerim için hayır dolu bir ömür dileyerek hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
İnzar Dergisi
[1] S.Şerif CürcaniTarikat: S.167
[2] Tahanevi, Keşşaf-İstılahat-ı Fünün: C.2, s:1055
[3] Bakara: 255
[4] İsra: 36
[5] Bakara: 213
[6] Y.Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet :S:32