“Ilımlı islam projesi” adı altında genelde İslam dünyasında özelde ise Türkiye'de siyasi alanda uzun sürece yayılan bir dizayn projesinin yürütüldüğü bilinir. Hatta 90'lı yıllardan beri Graham Fuller'in bu konular üzerinde çalıştığı bir sır değil. Öyle ki “Yeni Türkiye” tabirinin de Fuller'e ait bir kitabın isminden alındığı iddia ediliyor.
Son dönemde yaşananlardan dolayı artık Batıda, Türkiye'deki yönetim için “Ilımlı İslamcı” tabiri kullanılmıyor. Birçok yayın organında “Radikal İslamcı” ve “Osmanlıcı” şeklinde tanımlar yapılıyor ve sert ya da yumuşak usullerden hangisiyle oluyorsa yönetimin değiştirilmesi talep ediliyor.
Bu konuda çok şey söylenebilir; ama biz daha çok Bin Selman'ın “ılımlı islam”ından ya da kendi tabiriyle “Mutedil İslam” projesinden söz etmek istiyoruz.
Yıllarca İslam Dünyasında israil ile iyi ilişkilere sahip olan üç ülke vardı. Türkiye, Mısır ve Ürdün.
israil ile iyi ilişkilere sahip olmak demek batıcı düşünce ve yaşam tarzını içselleştiriyor olmak anlamına geliyor. Türkiye'de Cumhuriyetle başlayan modernleşme sürecinin bunu resmi politika haline getirdiği ve bu uğurda çok canların yakıldığı biliniyor.
Ama israil ile olan ilişkiler bu konuda çok daha belirleyicidir.
israil devleti 11 Mayıs 1948'de ilan edildi ve ilan edilir edilmez ilk tanıyan ülke Amerika oldu. Amerika'dan hemen sonra (11 saat sonra olduğu söylenir) Türkiye, israil'i dünyada tanıyan ikinci ülke olarak tarihe geçti.
Türkiye, NATO'ya 1952'de girdi, 1959'da AB'ye üyelik başvurusunda bulundu. (O zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu)
Mısır'da da Batıcı zihniyet güçlü idi; ama modernleşme elit kesimden aşağıya indirilemedi. Edward W Said, Mısır aydını için ilginç bir örnek veriyor: “Taha Hussein 1936'da modern Arap kültürünün bir Doğu kültürü değil bir Avrupa kültürü olduğunu söylediğinde, kendisinin de pek parlak bir üyesi olduğu Mısır kültür seçkinlerinin kimliğini tescil etmiş oluyordu.” (Şarkiyatçılık, Edward W Said)
Ürdün, İngiliz projesi bir krallık olduğu için çok kaale alınmayabilir; ama Türkiye ve Mısır'da durum farklıydı. Türkiye, doğuya hep tepeden baktı ve “Muasır medeniyet seviyesi” perspektifinden dolayı Batıcı siyasetlerle beraber hareket etmeyi doğal bir faaliyet olarak gördü.
70'li yıllarda ilginç bir döneme girildi.
Türkiye'de Erbakan'ın söylemiyle beraber Amerikan ve israil karşıtı bir fikriyat oluştu. Aynı yıllarda Suudi'de Kral Faysal, israil ve Batı karşıtı politikalar uygulamaya çalıştı. 1977'de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın israil ziyareti ise Batının “yeni bir politika” dayatmasının hazırlıkları olarak değerlendirilmelidir.
Suudi'de Kral Faysal öldürüldü, Türkiye'de ise 1980'de “Amerika'nın çocukları” bir darbe gerçekleştirdi.
80'lerin sonlarında “Fundamentalizm” ve “ılımlı islam” ifadeleri kullanılmaya başlandı. Bu yıllarda Filistinli örgütler zayıfladı, Doğu Bloku çöktü ve israil kendini ciddi biçimde güvende hissetmeye başladı.
Ama tüm değişim ve dönüşümlere rağmen israil'e yönelik rezervler kaldırılmıyordu. Halen Mısır, Ürdün ve Türkiye idi israil'i tanıyanlar. Tabii bu arada Fas'ı ve Kral Hasan'ı da zikretmemiz gerekir. Resmi olmasa da israil ile her zaman ilişki içinde oldu Kral Hasan.
Ve geldik Bin Selman'a ve “ılımlı islam”ına…
Görünen o ki, Bin Selman'ın “Ilımlı islam projesi” israil'i meşrulaştırma projesinden başka bir şey değil.
BAE ve Bahreyn'in zaten uzun zamandır israil ile temaslar geliştirdikleri bilinen bir şeydi. Bin Selman, Batı'da oluşturduğu imaj sayesinde parlatılacak, Dubai'de yapılanın benzeri bir yapılaşma ile kendini gösterecek, radikalizmin önünü kesecekti. “Çöl ve deve” ile oluşturulmuş ve Araplara bile kabul ettirilmiş Arap tipolojisi, Bin Selman ile değiştirilecek ve çağdaş formlara büründürülecekti.
Ama Kaşıkçı olayı ortaya vahşi bir figürün çıkmasına neden oldu.
Şimdi gelinen nokta…
Ya Bin Selman'dan ya da bir süreliğine “ılımlı islam projesinden” vazgeçilecek.