Müslümanlar, İslam'ın ana esasları konusunda ittifak etmişlerdir. Geçmişte hiçbir yapı, onları bu ana esaslardan saptırmayı başaramamış, modern dönemde de Britanya istilasının bütün entrikalarına rağmen Müslümanlar bildiklerinden şaşmamışlardır.
İslam, İslam'dır. İslam'ın önüne özünü farklı gösterecek sıfatlar koymak ya da İslam ifadesiyle bu yönde tamlamalar kurmak kimsenin kârı değildir.
Bununla birlikte İslam'ın pratiğe yansımasında farklılıklar görülmüştür; topluluklara, yer ve zamana göre ana esaslardan ayrılmama koşuluyla İslam'ı yaşama biçimi değişiklikler arz etmiştir.
20. yüzyıldan bu yana II. Dünya Savaşı'nın kazananları kaynaklı nitelendirme ve tamlamalar, Müslümanların rızası dışında kullanılmakta, dayatılmaktadır. “Hint İslam'ı”, bu nitelendirme ve tamlamaların en yaygınlarından biridir. Türkiye'de Hint kültürüne ilgisi bilinen 28 Şubat Dönemi Başbakanı Bülent Ecevit tarafından “Anadolu İslam'ı” diye çevrilen bu tamlama, Britanya'ya karşı mücadeleyi gereksiz gören bazı Hintli Müslümanların tutumunu ifade etmek için kullanılmıştır.
Hindistan kıtasındaki bitmez tükenmez ihtilaflardan, Nadir Şah'ın yaşattığı şoktan ve yerel emirlerin zulmünden bıkan bu topluluklar, Britanyalılar kıtaya geldiklerinde onların günlük ibadetlere dokunmama vaatlerini önemsediler. Henüz iletişimin bugünkü boyutlara varmadığı, istilanın fiziki ve maddi yönleri dışındaki yönlerinin toplumsal yaşama yansımadığı ya da Britanya memurları tarafından bilinçli yansıtılmadığı o dönemde o Müslümanlar, dünyanın diğer bölgelerinde, örneğin Cezayir'de, istilaya karşı yaşanan İslamî tutumdan farklı bir tutum içinde bulundular ve boyun eğmeyi seçerek Britanya'nın istilasının kalıcılaşmasına dolaylı olarak katkıda bulundular. Büyük Britanya'nın oluşmasında Hindistan'ın önemi göz önünde tutulduğunda aslında o şahsiyetler, Kudüs'ün istilası dâhil bugün yaşadığımız problemlerin çoğunun müsebbipleri arasında yer almışlardır.
“Hint İslam'ı” denen şey, Seyyid Kutup tarafından revize edilerek Hint Müslümanları ile ilişkilendirilmeden “Amerikancı İslam” olarak adlandırıldı. Seyyid Kutup'un bu kavramdan kastı, geçmişte Büyük Britanya'ya karşı olduğu gibi, Amerika'nın İslam âlemindeki emperyalist emellerine karışmayan, onun emelleri ile uğraşmayı gereksiz gören bir yaklaşım tarzıdır. Onda kast edilen, “abdesti bozan şeylere fetva veren ama Müslümanların siyasi, ekonomik ve sosyal durumlarına fetva vermeyen” tutumdur. Burada ifade edilen “ılımlı İslam” değil, “uyumlu Müslümanlık”tır. Sömürgecilik karşısında sorun çıkarmayan, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” diyen bir anlayış… Bu anlayış, emperyalizmin fiili dostu olmaktan öte, ona karşı sessizliği ile onun çıkarlarını gerçekleştirmesine dolaylı yardımcı olur.
“Ilımlı İslam” ise eski CIA şefi ve teorisyeni Graham Fuller ve ekibi tarafından Türkiye'de FETÖ, Pakistan'da Dr. Tahir Kadri yapılanması gibi yapılanmalar için ortaya atıldı. Fuller'in yine Pentagon hizmetindeki Hintlilerden yararlanarak bulduğu bu kavramla anlattığı, “Hint İslam'ı” ya da “uyumlu Müslümanlık” değildir.
Fuller, meseleye Amerika'ya itaat düzeyinden bakmıyor; çıtayı yüksek tutuyor ve Amerika ile işbirliği düzeyinden bakıyor. Amerika veya başka işgalci güçlerle savaşmaktan yana olan Müslümanları “radikal Müslüman”, o “radikal Müslümanlar”a karşı Amerika'nın safında savaşanları “Ilımlı İslam” mensupları olarak görüyor. Bunu doğrudan ifade etmese de oluşturduğu fikri zeminle dikte ediyor. Bu yönüyle “Ilımlı İslam”, bir yaşam tarzı meselesi değildir. Plajların açık kalmasını vaat edenler hatta kimi zaman plajlara aileleriyle gidecek kadar değerlerinden uzaklaşanlar dahi eğer istilacılığa karşı katı bir tutumdan yana olsalar Fuller'in dikte ettiği yaklaşımda “radikal Müslüman”dırlar. Buna karşılık yaşam tarzı nasıl olursa olsun, Amerika'nın istilasını kolaylaştıranlar, Amerika'nın emrinde çalışarak istilayı kolaylaştıran ve istilanın sürdürülmesine yardımcı olanlar “Ilımlı İslam” mensuplarıdır.
Fuller'in zihniyetinde ismini vermediği “Ilımlı İslam” protipi, tam olarak Nasîrüddin et-Tûsî'dir (ö. 672/1274). “Moğollar Alamut'u kuşattıklarında Tûsî, Alamut hâkimi Rükneddin Hürşah'a Hülâgû'ya karşı koymanın bir işe yaramayacağını anlattı ve gizlice orayı terk edip kaleyi ona teslim etmesini tavsiye etti. Kalenin tesliminde Tûsî'nin bu rolünü öğrenen Hülâgû onu yanına alarak iltifatta bulundu. Hatta bazı kaynakların belirttiği üzere Tûsî'yi vezir yaptı ve birçok kurumun yönetimini kendisine verdi.” (Kimi kaynaklar daha da ileri giderek Tûsî'nin büyük katliamla sonuçlanan Bağdat Seferi'ne dahi katıldığını iddia etmişler ki bu kesinliği olan bir bilgi değildir. )
Fuller'in mantığında Tûsî tipine karşılık Zahir Baybars'ın ordusunda Moğollara karşı savaşan ama içki içen bir asker dahi “radikal”dir.
Onun tarif ettiği “Ilımlı İslam”ın bizzat kendisi tarafından adlandırılan çağdaş örnekleri FETÖ ve Kadri uygulamaları dehşet vericidir.
Bu yapılanmalar,
1. Küresel yapıyla işbirliğini
2. Gayrimüslimlere ya da İslam dünyasındaki İslam karşıtı ideolojik gruplara karşı uzlaşmacı olmayı
3. Müslümanlara karşı şedid olmayı ilke edinmişlerdir.
Örneğin, bir Yahudiyi sevmeyi adeta farz görürler; demokratik solcuyla işbirliğinin ehemmiyetine inanır, onun otoritesine karşı çıkmayı isyan olarak görürler. Ama sufî bir Müslümanı dahi aşağılarlar, onu ahmak olarak görürler, “siyasal İslamcı” diye fişledikleri, siyasi faaliyetler içindeki Müslümana karşı ise isyanı takdis ederler, o yolda kan dökmeyi, işkence yapmayı dahi mubah görürler.
Onlardaki ılımlılık, dış düşmanla işbirliğine yatkın olmadaki hevesliliği ifade eder yoksa onların genel anlamda “sakin, itaatkâr” olduğu anlamına gelmez. Onlar, Müslümana karşı ılımlı değil, şediddirler, kafire karşı ve küfre sevgi besleyenlere karşı ise ılımlılığı da geçerek dost olma hevesindeler. Onları en iyi “ılımlı” kelimesi değil, “işbirlikçi” kelimesi ifade eder. Yaptıkları illa Müslümanlık sınırları içinde görülecekse “işbirlikçi Müslümanlık” olarak adlandırılabilir.
“Ilımlı İslam”ın İslam dünyasında iktidar olmuş en bariz örneği, Irak'taki hükümettir. Maliki ve İbadî, kendi yapıları içinde önemli İslamî yapıların mensupları idiler. Ama siyasi uygulamalarında ABD'yle birlikte çalışmayı gereklilik, ABD'ye karşı olanlarla mücadeleyi ise gerekli görebiliyorlar.
Türkiye'de geçmişin güdümlü basınının Suudi Arabistan Veliahd'ı Muhammed bin Selman'ın “Ilımlı İslam” açıklamasını hemen yaşam tarzı ile ilişkilendirmeleri, onların bu yöndeki cehaletlerinden kaynaklanmaktadır.
Bin Selman'ın açıklaması yaşam tarzı ile ilişkili olmaktan öte, Suudi'nin bundan sonra da ABD ve israil'le çalışacağı olarak anlaşılmalıdır. ABD'nin Suudi'deki yaşam tarzı ile sorunu sınırlıdır, asıl sorunu Suudi Arabistan'ın bundan sonra kendisiyle işbirliğine devam edip etmeyeceğidir. Bin Selman, bunun garantisini vermiştir; onun yaşam tarzına işaret eden sözleri ise daha çok Avrupa'nın fanatik yaşam tarzı problemlisi kesimleri ve o kesimlerin Avrupa siyasetindeki temsilcileri ile ilgilidir.
Bin Selman, yaşam tarzı konusunda hiçbir değişimde bulunmasa dahi ABD ve israil hesabına iş gördüğü sürece Fuller mantığında ılımlıdır ama yaşam tarzını tamamen serbest bıraksa da ABD ve israil'e karşı mücadele niyetinde olduğunda radikalizmin safında sayılır. ABD ve israil'le çalıştığı sürece ise ılımlı kabul edilir.