Hamd; ilmiyle her şeyi kuşatan yüce Rahman’a, salat ve selam ins ve cinlerin peygamberi Muhammed Mustafa’ya ve Rahman’ın yolundan gitmeye çalışan tüm salih kullara olsun…
Dünya hayatına gözlerini açan her insan, bu hayatta ya anne ya baba olma yolundadır. Bu iki sınıftan birine giremese bile birilerinin evladı olarak gelir dünyaya. Hangi konumda olursa olsun şöyle ya da böyle çocuklar ile muhatap olacaktır. Bazen bu çocukların bakımı, eğitimi, yetiştirilmesi kendi sorumluluğunda olur. Savunmasız ve korumasız dünyaya gelen insan, çevresindeki yetişkinlerin korumasına muhtaçtır. Beyni boş bir levha olan bebek, çevresinde gördüklerini, duyduklarını, öğrendiklerini bu levhaya işler ve gelecek hayatını bunlar üzerine inşa eder.
Çocuk psikolojisi ile uğraşan uzmanların genel görüşü, insanların karakterlerinin büyük bölümünün 0-7 yaşları arasındaki yaşamlarından etkilenerek şekillendiği yönündedir. Resulullah Efendimiz (s.a.v) de; “Her doğan fıtrat üzere doğar. Daha sonra anne babası onu ya Yahudi ya Hristiyan ya da Mecusi yaparlar” buyurarak, insanın doğuştan saf ve temiz olduğunu, Rabbine inanmaya meyilli olduğunu ancak çevresinden etkilenme sonucunda bu temiz fıtrattan uzaklaştığını belirtmiştir.
Çocuk yetiştirmek bir bitki yetiştirmeye benzer. İyi bitki için nasıl ki ilk şart, iyi tohum ve toprak ise; çocuk için de en iyi tohum ve toprak, Rablerinin rızasını arayan ebeveyndir. İyi toprağa bırakılan tohumun suyunu, güneşini, gerekirse gübresini ölçülü ayarlamak gerekir. Bunlarla da bitmiyor iş. Bitkinin etrafını sarması muhtemel yabani otlara karşı ilaçlamalı, ilaçlamaya rağmen yeşeren ayrık otları bizzat el ile koparılıp atılmalı. İyi anne baba da çocuğunu helal ve temiz yiyeceklerden yedirmeli, bedenini ve ruhunu beslemelidir. Kötü davranış ve arkadaşlıklara karşı önceden tedbir almalıdır. Ancak, tedbire rağmen olabilecek zararlı davranış ve arkadaşlıklar için bizzat müdahale etmelidir.
Çocuk, Rabbinin kendisi için takdir ettiği ömür kadar yaşayacaktır. Onun için o zamana kadar zaten büyüyecektir. Ebeveynin görevi çocuğu büyütmekten ziyade yetiştirmektir. Sağlam değerler üzerine yetişen çocukların oluşturacağı toplum da sağlam olacaktır. Yeryüzünün varisleri Rahman’ın salih kulları olacaktır.
Son yıllarda yapılan araştırmalara göre toplumun dindarlaşması artmaktadır. Ancak vahim olan, dindarlaşma arttıkça kötülükler de bir azalmanın olmamasıdır. Birbirlerine doğru orantılı olarak biri artarken diğeri de artıyor. Oysaki aralarında ki ilişkinin ters orantılı olması gerekirdi. Yani dindarlaşma artarken kötülüklerin azalması gerekiyordu.
Kur’an-ı Kerim’i her gün okuruz, Siyer-i Nebi’yi anlatırız da bunlardaki mesajları hayatımızın merkezine almayı düşünmeyiz! Din (İslam) herkesin karşısındakine anlattığı bir olgu haline geldi. Oysaki yaşanmayan din, din değildir. Çocuklarımızı yetiştirirken de ilk başucu kaynağı, Kur’an-ı Kerim ve Resulullah (a.s)’ın sünneti olmalıdır.
Yaradan, çocuk kullarına hangi nazar ile bakıyor? Önceki peygamberler ve son peygamber nasıl baktılar? Resulullah Efendimiz (s.a.v)’in kendi altı çocuğunun yanında, evlendiği hanımlarının -Aişe validemiz hariç- hepsi dul idi. Ve bunlardan bazılarının evlatları da vardı. Resulullah bunlara ve himayesinde bulunan diğer çocuklara karşı nasıl muamelede bulunmuştur? Araştırmalı, uygulamaya koymalıyız. Çünkü toplum gittikçe bataklığa ve uçuruma sürüklenmektedir.
Rabbimiz, çocuklarımızın dünya hayatının ziynetleri olduğunu belirtir. Aynı zamanda imtihan sebebi olduğunu, onları ve kendimizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden korumak için, dünyada iken uyanık davranmamızı ve tedbir almamızı emretmektedir. Hiç kimsenin kimseye faydasının olmadığı o çetin gün gelmeden evvel, birbirimize yardım etmemiz gerektiği uyarılarını yapmaktadır.
Kendini kurtarma düşüncesi başkasını düşünmeye fırsat vermeyecektir! Bu noktada telaşın, insanın aklını nasıl başından aldığı ile ilgili canlı ve taze bir örneği vermeden de geçmek istemiyorum. Komşu ülkemiz Suriye’deki olayları bilmeyenimiz yoktur. İnsanlar canlarını kurtarmak için yıllardır kendisi için çalıştıkları dünya nimetlerini arkalarında bırakarak kaçabildikleri yerlere kaçmaya çalışıyorlar.
Bir tanıdığımın evine de Suriye’deki akrabaları gelmiş. Ancak aile evden çıkarken, telaştan başka odada uyuyan 7-8 aylık bebeklerini unutmuşlar. Türkiye sınırından geçmek üzere iken hatırlamışlar bebeği unuttuklarını. Bebeğin anne ve babası feryat figan ile geri dönmüşler. Eve vardıklarında bebeği hala uyuyor bulmuşlar ve alıp geri gelmişler…
Bu, dünyadaki bir felakette anne babanın düştüğü durumdur! Ya ahirette nasıl olacak? Kendi derdine düşüp yavrusunu unutan anne baba, yine kendi canlarını tehlikeye atıp yavrularını kurtarmaya çalışırlar. Bu dünyadaki sıkıntılara karşı çocuklarımızı koruyabiliriz, ancak mahşer yerinde bu mümkün olmayacaktır. Onun için o gün gelmezden evvel, ne pahasına olursa olsun çocuklarımızı o ateşten korumanın gayreti içerisinde olmalıyız. Bunun yol ve yöntemini Rabbimiz bize açıklamıştır.
Kur’an-ı Kerim’deki en güzel kıssalardan biridir Hz. Lokman (a.s)’ın kıssası. Çocuklara neyi, hangi sıralarla anlatmamız gerektiğini açık ve net bir şekilde izah etmektedir.
“Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum (sevgili oğlum)! Allah`a ortak koşma, çünkü Allah`a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman / 13)
Nasihat dinlemek genellikle insanların hoşuna gitmez. Ancak, öğüde başlarken kullanılan ilk hitap ile her şey değişebilir. Sevgi, merhamet ve şefkat dolu bir hitap, muhatabın gönül kapılarını açar. Daha başında, ‘sana söyleyeceklerim, senin kişiliğine ve ruhuna faydalı olacak şeylerdir’ mesajını vermektedir. “Ben seni seviyorum, bu dünyada olduğu kadar, hatta daha da ziyadesiyle ahiret yurdun da mutlu olmanı istiyorum. Bunun ilk şartı; “Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk kesinlikle büyük bir zulümdür.”
İlk aşama çocuğun itikadını güçlendirmektir. Bu her şeyin temelidir. Allah (c.c)’ı sevdirmek, varlığı kadar birliğinin de farkına vardırmak. Bunun yanı sıra özellikle ilk çocukluk çağındakilere, Allah inancını kazandırmaya çalışırken çok dikkatli davranmak gerekmektedir. En ufak bir hata bazen çocuğun hayatında onarılması güç yaralar açabilir. Onu Allah’tan tamamen uzaklaştırabilir. Bu noktada en fazla yaptığımız hata, çocukların yaramazlıklarını ve hatalarını Allah ile korkutarak düzeltmeye çalışmaktır.
Rabbimiz dinin emir yasaklarının ihlali noktasında bazı yaptırımlardan söz ediyor ancak, bunları çocuklara ne anlatmak ne de uygulamak mümkündür. Sorumluluğu kendisinden kaldırılan çocuğu, Allah’ın cezası ile korkutmak ne Allah’ın ne de Resulü’nün tasvip ettiği bir yoldur. Kendi aralarında konuşan iki arkadaşın diyaloğunu birçok kişi okumuştur.
Çocuklardan biri diğerine sorar: “Allah’ı mı çok seviyorsun yoksa peygamberi mi?” “Peygamberi çok seviyorum” der arkadaşı. “Neden peygamberi?” diye sorar. “Çünkü Allah’ın cehennemi var, bizi orada yakar. Ama peygamberin cehennemi yoktur” diye cevap verir masum çocuk...
Bu cevap, üzerinde düşünülmesi gereken bir cevaptır. Allah’ın cehenneminin olduğu doğrudur ancak, çocuklara cehennemi olan bir Allah’ı tanıtmadan önce, cenneti olan Allah’ı tanıtmamız gerekir. “Allah gözünü kör eder, seni taş yapar” tehditlerinin çocuğa ne faydası olacaktır?
Devam ediyor Hz. Lokman (a.s); " Yavrucuğum! Haberin olsun ki, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır." (Lokman / 16)
Aynı sevecenlikle devam eden hitap ve sonrasında, Allah’ın her şeyden haberdar olduğu bilgisi… Rabbimiz hep bizimle beraberdir, bizi koruyup gözetiyor. Onun katında yapılan işler kaybolmaz, karşılığını bulur. Bu noktada da dikkati elden bırakmamak gerekir. Çünkü çocuklar bazı davranışlarını ya korktuklarından ya da utandıklarından kimsenin onları göremeyeceği yerlerde yaparlar. Çocukların küçük olan hatalarının bile Allah tarafından cezalandırılacağını söylemek onları psikolojik sorunlara iter.
“Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” (Lokman / 19)
Ve ahlak kuralları öğretilmeli çocuğa. Kendini diğer insanlardan üstün görmek, şeytanın davranışıdır. Kibir ve övünme ergenlik döneminden sonra ortaya çıkar. Doğal olmak, konuşurken bağırıp çağırmadan makul şekilde konuşmanın gerekliliği anlatılmalı çocuklara. Şunu tekrar hatırlamak gerekir ki; çocuklara bu davranışları kazandırmanın yolu daha bebeklikten itibaren eğitmekten geçiyor. Şaban Kızıldağ Hoca’nın bu konudaki tespiti tam yerinde bir tespittir. Kızıldağ diyor ki;
“Yanlışımız daha bebeklikten itibaren söylediğimiz ninnilerde başlıyor. Yahudi komşumuzun çocuğunu uyuturken söylediği ninni; “Uyusun da büyüsün ninni, büyük adam olsun ninni. Uyusun da büyüsün ninni; arz-ı mev’udu gerçekleştirsin ninni.” Bizim halkımızın ninnisi ise; “Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, kov bostancı danayı yemesin lahanayı.” böylece danalardan ve lahanadan başka bir şey düşünmez oldu çocuklarımız. İkinci hatamız ise, çocuklarımıza anlattığımız masallardır. Perili, sihirli masallar ile çocukları rahatlığa alıştırıyoruz. Oysaki Peygamberlerin hayatlarında öyle güzel öyküler var ki, çocuklarımıza anlatabileceğimiz.”
Daha anne karnından itibaren başlar çocuğun eğitimi. Rabbimiz salih nesiller yetiştirmeyi nasip eylesin. Selam ve dua ile…
Rana Çeçen / Nisanur Dergisi – Aralık 2012