İlk düğmeyi yanlış iliklediniz mi diğerlerini hangi hız ve yetenekte iliklerseniz ilikleyin sonunda ya deli gömleği giymek zorunda kalırsınız ya da iliklediğiniz tüm düğmeleri çözüp başa dönmek zorunda kalırsınız ve eğer aceleniz de var idiyse ve gömleğin ilikleri de dar ise işe geç kalmanız ve patrondan fırça yemeniz kaçınılmazdır. Ama işten kovulmaya sebep olacak deli gömleği ile gitmekten iyidir.
Arap baharının yanlış analizi, dünü bugünü ve yarını doğru okumayı engelliyor. Hepimiz olayların cereyanından, beyanlardan, siyasi ve ticari kazanım ve kaybedişlerinden müteşekkil bireysel analizler yaparız. Ancak zaman zaman bir noktaya yoğunlaşırken başka bir noktayı gözden kaçırabiliyor, kanaatimizde isabet etmeyebiliyoruz. Ama eğer son zamanlarda moda olduğu üzere konjonktürel ve angaje analizler yapıyor isek bu bizi doğru yere götürmez.
“Arap Baharı” İslâm Âlemi'nin son yüz yıllık mücadelesinin nicel ve nitel olarak çok önemli bir yere geldiği, ancak henüz devrim gerçekleştirecek veya devlet yönetecek bir kıvama gelmediği zamansız bir kıyam oldu. Adeta yaşaması imkânsız prematüre bir doğum yaptırıldı. Doğu batı günün bütün şer güçleri, bizim devrim, kıyam dediğimiz onların ”Arap Baharı” dediği direnişlere sınırsız destek verdiler. Hatta Libya'da fiilen müdahale ettiler. Oysa yüzyıldır iplerini ellerinde tuttukları Arap diktatörlerin başında olduğu İslâm yurdunun her bir karışını çok iyi biliyor ve birçoğuna da hükmediyorlardı. Peki, sizce diktatörlerinin devrilmesine göz yuman, hatta onları deviren Müslüman halklara, zaman zaman destek verdiğini bildiğimiz batının tutumunda bir “put yeme” tersliği yok muydu? Vardı. Oysa batı, raf ömrünü tamamlamış Arap diktatörleri mazlum Müslüman halkın kanıyla devirip bir taşla birkaç kuş vurdu. İslâmi direnişleri zayıflattı. Artık zamana uygunluğu geçmiş diktatörlerden kurtuldu. Ortaya çıkan boşluktan olabildiğince yararlanarak bölgede var olan ve üzeri küllenmiş olan ne kadar mezhebi, milli, kavmi, hastalık ve düşmanlık varsa hepsini alevlendirdi. Gerdirilen sinirler üzerinden, çizilecek yeni sınırları fiilen oluşturdu. Müslümanların çoğu ise bu stratejiye bilerek veya bilmeyerek alet oldu başkanının, liderinin, şeyhinin, cemaatinin işareti ile.
İlk düğme yanlış iliklenmişti bir kere. Tunus'ta devrim, büyük siyasi cinayetler aracılığıyla dizayn edilen ‘sandık'la tekrar devriliyordu. Nahda'ya neredeyse diktatörlük döneminin şartlarını aratmayan bir anlaşmaya! imza attırarak bunu yaptılar. İtalyan uçaklarıyla devrilen Kaddafi'nin yerine tamamen dizayn edilmiş iç savaş devam etmekte. Demokrasinin getirileceği Irak; Kürt, Türk, Arap, Sünni, Şii, Selefi ayrışmanın ve çatışmanın ana kaynağı. Mısır'da Müslüman Kardeşleri soran, bilen var mı? Toplamının günahının sonucu olarak ta dünya savaşı potansiyeline sahip Suriye orta yerde duruyor.
Bu baharın rüzgârının asıl uğraması gereken Körfez Diktaları ise batıyla oluşturdukları bir ittifak ile bölgede eski hâkimiyetlerini devam ettirmenin hesabını yapıyorlar. Doğru okunamadı, okuyamadık. Yangından mal kaçırma aceleciliği miydi, yoksa ganimetten büyük pay kapma tamahkârlığı mıydı bilinmez ama ilk düğme yanlış iliklenmişti bir kere.
“Angaje analizler”e uyarak her kötülüğün başı olarak İran'ı göstermek sorunu derinleştirmekten başka işe yaramaz. Yani sahnelenen oyunun o anki sahnesi üzerinde analiz yapmış oluruz tekrar aynı hataya düşme pahasına. Ancak “İslâm coğrafyasının sorunlarını sadece bu coğrafyada yaşayanlar bir araya gelerek çözebilirler” prensibi hiçbir şekilde elden bırakılmamalı. Özellikle ümmetin dramı haline gelen ve belki de en az yüzyıllık bir düşmanlık ve çatışma tohumlarını içinde barındıran Suriye sorunun çözümü için bir tek yerli formülü var: Türkiye-İran işbirliği ekseninde bölgesel bir güç tesis ederek bölgeyi batının müdahalesine kapalı hale getirmek. Oysa bu her iki ülke de birbirleriyle rekabet edip Suriye'de daha fazla alan hâkimiyeti oluşturma peşindedir. Türkiye'nin Suriye muhalefetini silahlandırması doğru bir iş görüp; İran'ın Suriye yönetimini desteklemesini şeytanlaştırdık. Herkes bilir ki Suriye'nin düşmesi İran için ölümcüldür. Hâlbuki Türkiye, “kardeşim” dediği adama ilk günde, “bırak” çağrısında ve dayatmasında bulundu, sorunu zamana yayarak daha çözülür hale getirme seçeneğini terk ederek. Şimdi bir kısmına terörist dediği bütün Suriyeli gruplara silah ve lojistik destek verdi, savaşçı taşıdı. Kötü adam ilan ettiği batı ve başını çeken ABD ile iş tutup eğit-donat projesi geliştirdi. PYD'ye silah gönderen koalisyon gücüne imza attı. Suud'un başını çektiği savaş koalisyonuna da destek verdi ama İran'ın benzer hamlelerini hep düşmanca algıladı. Bu yanlışlar zincirini olabildiğince uzatmak hem İran hem Türkiye için mümkündür. Zira ilk düğme yanlış iliklenmişti.
O halde çok gecikmiş olsa bile bu kaostan çıkış için yapılacak tek şey güçlü bir hamle yaparak bütün yanlış düğmeleri çözüp tekrar ilk düğmeye geçmek. Başta İran olmak üzere bölge ülkeleri ile büyük ve tarihi bir ittifak hamlesi gerçekleştirmek. Bundan sonraki bütün enerjisini bu alanda sarf edip ortak bir İslâm dünyası geleceğine adım atmak. Elbette ki bu, çok zor, meşakkatli ve belki de önemli bedeller isteyen bir süreç olacaktır. Ancak dönüp arkamıza baktığımızda “körfez merkezli milli eksenli” verilmiş bunca çaba ve ödenmiş bunca bedelin karşılığı olarak koca bir kaos ve ”elde var sıfır” iken; işbirliği ve kardeşlik adına ümmetçi çabalar ciddi bir sonuç getirmezse bile ödenecek bedellere değer bir çaba olur. En azından çocuklarımıza “kardeşlik çabası” mirası bırakmış oluruz.