“Nabza göre şerbet verir” deyiminin öyküsü şöyle anlatılır.
"Eskiden çarpıntısı olanlara, heyecanlananlara şerbet içirirlermiş. Halk arasında aynı durumlarda, şeker ve su ile hazırlanan şerbet verilirmiş. Eski hekimler arasında da nabzı tutarak, kalp çarpıntılarının sebeplerini ve şiddetini bilen, nabız dinleyen hekimler varmış. Çarpıntının durumuna göre, şerbetin ne zaman, ne şekilde ve nasıl verilmesi gerektiğini belirlerlermiş.
Bu deyim halk arasında ‘insanların yapısına göre davranmak' şeklinde yorumlansa da, genellikle “nabza göre şerbet verir” denildiğinde, duruma göre şekillenen ve çıkarına göre tavır belirleyen ilkesiz insanlar için kullanılır.
İlkesiz insanlar; esen rüzgâra göre konumlanan, konjonktüre göre tavır ve duruşunu belirleyen ve düşüncelerini çıkarları doğrultusunda değiştirenlerdir. Bu tiplerin kırmızıçizgileri olmadığı gibi literatürlerinde “adalet” ve “hakkaniyet” gibi kavramlar da yoktur.
İlkesiz olan her kişi, hem kendine hem de çevresine maddi manevi ciddi zararlar verir. Bu kişiler aydın ve entelektüel kimseler ise; yaşadıkları toplumun hali harap ve geleceği meçhuldür.
Bilindiği gibi Türkiye'de iç ve dış gündem çok çabuk değişiyor. Hatta ne zaman ne olacak kestirmek mümkün değil, öyle ki dost dediğin bir anda düşman, düşman dediğin bir anda dost olarak ilan ediliyor. “Çözüm süreci” diye muhataplarına methiye düzenler bugün onları terörist ilan etmişler. Dün “faşist ve tehlikeli insan” olarak tanımlanan kişiler bugün “kanka ve hükümetin ortağı” gibi olmuşlar.
Dün ülkenin “can dostu ve müttefikleri” olarak ilan edilenler bugün “düşman” olarak ilan edilmiş. Dün “Pers milliyetçiliği, acem oyunu” diyerek ötekileştirilenler bugün müttefik olmuş. Dün “merkezi hükümet”e karşı “bölgesel yönetim”i muhatap alanlar, bugün merkezi hükümetle, bölgesel yönetime operasyon yapmaya çalışıyorlar… daha onlarca örnek verebiliriz.
Daha acı olanı ise siyasi iktidarın iç ve dış politikalarıyla ilgili aldığı her karara, aydın, yazar, entelektüel ve kanaat önderlerinin destek vermesidir. Elbette siyasi iktidarın aldığı adil ve isabetli kararlar desteklenmeli ve daha iyi bir noktaya gelmesi için katkı sunulmalıdır. Ancak yanlış ve isabetsiz bir karar aldıklarında ‘sen yanlış yapıyorsun' denilebilmelidir. Maalesef yapılan yanlışları düzeltmek için ‘sen yanlış yapıyorsun' denilmediği gibi, onları eleştirenlere de hain damgası vuruluyor.
Bir vatandaşın, Devlet başkanına “Gerekirse seni şu kılıcımla düzeltirim” diyen bir inancın müntesipleri olarak, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmeliyiz. İlkeli bir duruş sergilemeliyiz. Siyasi iktidarın kararları vahiymiş, tartışılamazmış gibi bir algının ne İslami ne de insani olmadığını haykırmalıyız.
Hatırlarsınız üç yıl önce bugün, Yasin Börü ve arkadaşları hunharca katledilmişti. Siyasi iktidar bu vahşi olayı dillendirmeden hiçbir yazarçizer dillendirmedi. Neden? Çünkü birçok çevre ilkelere göre adım atacağı yerde siyasi iktidarın ağzına bakıyordu. Sadece bu mu? Hayır, Mavi Marmara olayı, Paralel yapılar, Irak, Suriye, İran, IKBY politikaları hepsi aynı.
İyi bilinmeli ki! Yanlışa “yanlış” diyemeyenler, doğruya “doğru” dediklerinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz.