4+4+4 tartışmasıyla yeniden gündeme gelen imam hatipler, bir bakıma hem laik olmamızı hem de 'Ne olacak canım, iki rekât namaz da kılıver'memizi bekleyen devletimizin okullarıydı.
4+4+4 tartışmasındaki pedagojik itirazların yanında bazı kaygılar da şöyle dile getiriliyor: “Din ve Kuran eğitimine karşı değiliz” ama “İmam hatiplerin tekrar açılmasını istemiyoruz”.
Bu tarz düşünceleri dile getirenlerin bazılarının konuyla ilişkisi ‘anneannesinin başörtülü olmasından’ ve tanıdığı tek imam hatiplinin ‘çok yakın bir arkadaşının oğlunun bir arkadaşı’ olmasından ibaret olsa da tartışmanın bu kısmında imam hatip liselerine bazı kesimler tarafından din eğitimi veren kurumlar olmaktan başka anlamlar yüklendiği çok açık. Pek tabii zaman zaman bu anlamlar toptancı, saldırgan, nefret dolu bir yaklaşıma dönüşüveriyor. Ve fen lisesi, Anadolu lisesi, turizm lisesi gibi bir çeşit devlet lisesi olan imam hatip lisesi üzerinden gittikçe derinleşen bir kodlama hatası yapılmış oluyor.
Nedir imam hatip?
İmam hatipler, sıraları, duvarları ve öğrencileri olan, tahtanın üzerinde Atatürk resmi, İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabesi asılı bulunan okullardır. Okula kapıdan girilir ve pencereden bakılır, kopya çekmek, okuldan kaçmak serbest değildir ama havalıdır. Bunların dışında imam hatip okullarında namaz kılmak için mescit bulunur. Namaz kılmanın irticai faaliyet olduğunu düşünenler için yazının bu kadarını okumak yeterli olabilir. Ben gerçekten meraklılar için devam edeyim.
İmam hatip liseleri kendi içlerinde ‘düz imam hatip lisesi’ veya ‘Anadolu imam hatip lisesi’ olarak ikiye ayrılır. Anadolu imam hatip liselerinde çoğunlukla İngilizce ağırlıklı eğitim verilir. Benim okuduğum dönemlerde henüz sekiz yıllık kesintisiz eğitim yoktu. İmam hatip lisesine ilkokul beşinci sınıftan sonra girerdiniz. Eğer okuyacağınız okul Anadolu imam hatip lisesi ise imtihanla yerleştirilmeniz gerekirdi. Lise o dönemde diğer okullarda üç yıl iken imam hatip liselerinin yüklü müfredatı yüzünden dört yıla yayılırdı. Ortaokulda normal müfredata ek olarak yalnızca Kuran-ı Kerim ve Arapça bulunurdu. Lisede bunlara fıkıh, kelam, tefsir gibi dersler eklenirdi. Genellikle fıkıh dersleri güncel meselelerin ve helal ile haramların tartışılması ile geçerdi. Lise birinci sınıftayken bir arkadaşımızın fıkıh hocasının “Yaptığımız ibadetleri Allah için yapıyoruz ama aslında Allah’ın yaptığımız ibadetlere ihtiyacı yok, bizim var” demesine “E o zaman madem bize ihtiyacı yok, bizi neden yarattı” demesi çok güzel bir soru olarak takdir görmüştü. İmam hatip liselerinde bu tarz tartışma ortamı diğer devlet okullarında ne kadar bulunursa ancak o kadar bulunurdu. Ne eksik ne fazla...
Dinini diyanetini bilsin
28 Şubat’a kadar imam hatiplerin belli bir öğrenci kitlesi vardı. Zaten çoğunlukla imam ve hatip kadrolarının imam hatip lisesi değil, ilahiyat fakültesi mezunları tarafından doldurulduğu bir ortamda, çocuklarını imam hatip liselerine imam ve hatip olsun diye gönderen hemen hemen hiç kimse yoktu. İmam hatip liselerini meslek lisesi statüsüne alıp “Madem imam ve hatip olacaklar o zaman üniversitede başka bölümlere gitmesinler” gibi bir algı üreten (bir nevi uyduran) ve sonra da buna inanıp savunuculuğunu yapan kimseler, 28 Şubat’ın ürünüdür. Çünkü benim devam ettiğim yıllarda imam hatip liseleri böyle bir amaca hizmet etmiyordu.
Kuruldukları dönemde ise devletin dini ve din eğitimini kontrol altında tutmak istemesi amacıyla açıldıkları bir gerçek. Din eğitiminden kasıt ise elbette İslam’ın bu coğrafyadaki yorumu, Türk-İslam sentezi. Yani imam hatipler, bir bakıma hem laik olmamızı hem de ‘Ne olacak canım, iki rekât namaz da kılıver’memizi bekleyen devletimizin okullarıydı. Ve bu liseler zamanla velilerin çocuklarını matematik, fen, İngilizce gibi derslerin yanında Kuran, Arapça gibi dersleri de öğrenmesi ve belki de daha önemlisi, bu liselerin korunaklı sosyal ortamında dinini diyanetini bilerek yetişmesi amacıyla gönderdikleri liseler olmuşlardı.
4+4+4 bahane imam hatip şahane
İmam hatip liseleri 28 Şubat’ın katsayı, başörtüsü yasağı veya sekiz yıllık kesintisiz eğitim gibi uygulamalarından çok etkilendiler. Başörtülü öğrenciler okula alınmadı, okuldan atılanlar, servisle geldikleri okulun önünden bindirildikleri polis otobüsünden şehrin diğer ucunda indirilenler, karakola alınanlar oldu. Okulda halihazırda okuyan öğrenciler ansızın gelen katsayı uygulaması ile kazanılmış haklarından mahrum olurken fi tarihinde imam hatipten mezun olanlar bile bu uygulamaya tabi oldu.
Bir de bu darbe ortamında hemencecik imam hatip aleyhine bir ortam oluştu. Birileri çıkıp sık sık meslek eğitiminin öneminden ve “İmam olmayacaksan ne işin var imam hatipte, oh olsun hepinize” gibisinden demeçler verdi. Bir radyo spikeri alakasız bir konuda mesela bir doktorun hatası yüzünden ölen bir hastanın haberini okurken “İşte imam hatipliden doktor yaparsan böyle olur” diye, mantık hatasının neresinden tutacağını bilemediğimiz analizler yapmaya başladı. 28 Şubat döneminin köşe yazılarına ve gazetelerine ise hiç girmeyelim, çıkamayız. Ama o yazıların faydası olmuşsa o da şudur: Zannederim zamanla kendi toprağındaki insanlara uzaylı gibi bakan köşe yazarı figürüne o dönemde alışmış olduk.
Nitekim mesele bugün de hâlâ karanlık-aydınlık sarkacında kör bir imam hatip düşmanlığı üzerinden tartışılıyor, başka bir şey değil. Ve eminim, siz bu yazıyı okurken hâlâ birileri söze “O imam hatipliler var ya...” diye başlıyor ve aynı anda hâlâ birileri belki şu anda büyük plazaların birinde yaptığı iş görüşmesinde imam hatipli olduğunu gizlemek durumunda kalıyor... Bu yazıda imam hatip liselerinin eğitim tarzından, teknik meselelerden ve darbelerle olan ilişkisinden bahsettim, imam hatiplerin asıl aktörleri olan öğrencileri, onların bu eğitim tarzı ve teknik meselelerle olan ilişkisini ve 28 Şubat’a giden yolda ne hissettiklerini ise bir sonraki yazımda anlatacağım.
Meryem İlayda ATLAS / Radikal