İmamlık vazifesi mukaddes bir görevdir. Böylesi bir görevde bulunan kişinin ehliyetli ve liyakatli biri olması son derece önemlidir. Zira toplum, imamın her hal ve tavrını, söz ve işini referans alır. Hatta bırakın imamı, bizim toplumda imam'ın ailesi ve çocuklarının yapıp ettikleri bile doğrunun ölçüsü olarak görülebiliyor. Yanlış bir şey yapan birini uyardığınızda çoğu defa ‘niye yanlış olsun, bizim imam'ın hanımı da öyle yapmıyor mu?' diye bir itirazla karşılaşabilirsiniz. Yani imamın, ya da hanımı veya çocuğunun yaptığı bir hata ve yanlış, bazı insanlara aynı hatayı yapma gerekçesi oluşturabiliyor. Bu hassas konumundan dolayı imamlık, azami dikkat gerektiren bir görevdir. Şimdi imamda olması gereken bazı temel özellikleri maddeler halinde belirtmeye çalışalım:
1- İlim: Bu konuya bir hafta önceki yazımızda değinmiştik. Şunu tekrar belirtelim ki, insanların imamda görmek istedikleri ilk şey bilgidir. Bu kapsamda imamın Arap dilini iyi bilmesi gerektiğine, bunun cemaat nezdinde de aranan bir şey olduğuna değinmiştik. İmamlık mesleğinden gelen biri olarak bunun böyle olduğuna defalarca şahit olmuşum. Göreve ilk olarak bir köy yerinde başlamıştım. Köye gittiğim ilk günün akşamı, köylüler misafir kaldığım eve geldiler. İlk günün heyecanı ile odayı dolduran köylülere bir şeyler söylemeye çalıştım; cebimde taşıdığım bir risaleden biraz okudum. Ben sohbetimi bitirdikten sonra içlerinden biri koltuğunun altından bir kitap çıkarıp bana uzattı ve: ‘Hocam, sen bu eski yazıyı da okuyabiliyor musun?'dedi ve kitabı bana uzattı. Bir korku ve heyecanla kitabı aldım. Evet, kitap bir tefsir kitabıydı ve Osmanlıcaydı. İmam-Hatip okulunda Osmanlıca dersi görmemiştik ama; bir medrese hocasından bir miktar Osmanlıca ve Arapça dersi almıştım. Kitabı açtım ve bir ayetin tefsirinden okumaya başladım. Rahat bir şekilde kitabı okuduğumu gören adam, ‘aferin hoca, maşallah yaşın küçük ama iyi okudun. Senden önceki hocamız bu eski yazıyı bilmezdi' deyince, biraz rahatladım ve kendime olan güvenim arttı. Şunu demek istiyorum; cemaat, hocasının ne kadar bilgili olup olmadığını merak eder. Hatta bazen bilgisini test etmek için önceden hazırladığı özel sorular bile sorar.
2- İhlas: İhlas, din'in müminde aradığı ilk ve en önemli şeydir dersek yanlış olmaz. Türkçede kullandığımız ‘samimiyet' sözcüğü, ihlas kelimesinin anlamını az da olsa karşılar. İhlas, yapılan ibadetin kâr-zarar hesabı aranmaksızın sadece Allah emrettiği için yapılmasıdır. İhlas ibadetin ruhudur. Ruhsuz bir bünye bir değer taşımadığı gibi, ihlassız ibadetin de Allah katında bir değeri yoktur.
İhlas konusunda ilk akla gelen iş, yapılan dini bir vazife karşılığında dünyevi, maddi bir çıkar beklentisi içinde olmamaktır. Bilindiği üzere hiçbir peygamber yaptığı görev karşılığında halktan bir maddi çıkar beklentisi içinde olmamıştır. Kur'an'ın ifadesiyle ‘Tebliğime karşı sizden bir ücret istemiyorum'(Sad:86). Dinî bir görevi yerine getirmek karşılığında bir ücret istemenin iyi olmadığı kesindir. Çünkü böyle bir şey, o dini hakikatin değerini düşürür. Yüce hakikatlerin bir ticaret metaı konumuna düşürülmesine sebebiyet verir. Kur'an-ı Kerim, dini, dünya kazancının aracı yapanları uyarma sadedinde şöyle der: ‘Ayetlerimi de birkaç paraya değiştirmeyin ve benden sakının artık benden!' (Bakara:44) .
İslam'ın ilk dönemlerinde dini hassasiyet çok yüksek olduğundan kimse herhangi dini bir hizmet karşılığında ücret talep etmemiş ve böyle bir şeyi uygun da bulmamıştır. Müçtehit imamların kahir ekseriyeti de imamlık karşılığında bir ücret almanın caiz olmayacağını ifade etmişlerdir. Ücret alma işinin ibadette olması gereken ‘ihlas'ı zedeleyeceğini ifade etmişlerdir. Yine İslam alimleri, ilim sahibi kimselerin ne halktan, ne de otoriteden bir menfaat beklentisi içinde olmamalarını, bu amaçla onlara yanaşmanın iyi olmayacağını, bunun ilmin ve alimin şanına yakışmayacağını ifade etmişlerdir.
Toplumu yöneten otorite, halk nezdinde değerli olan kişileri yanına çekerek yönetimini meşru göstermek, yanlış uygulamalarına zorlama fetvalar bulmak ister ve bu amaçla ilim ehli saygın kişileri maddi vesilelerle yanına çekmek ister. Gerek insanlık tarihinde, gerekse de İslam tarihinde bunun örnekleri çoktur.
İlim ehli insanlar, toplumun aklını ve vicdanını temsil ederler. Aklın ve vicdanın kuvvete boyun eğmesi, zulme alet olması asla kabul edilemez. Alime yakışan, ilminin gereği olan doğruları haykırmak, yanlışa düşen yöneticileri de uyarmaktır. İslam tarihinde yönetimin yanlışlarına karşı ikaz görevini ifa etmiş, bu uğurda baskılara maruz kalmış ve hatta şehid olmuş saygın din alimlerimiz çoktur. İslam toplumlarında zalim yönetimlere karşı oluşan her muhalefetin başını alimler çekmiştir.
Namaz ve imamet bir ibadet olduğuna göre bunların da herhangi maddi bir karşılık beklenmeden ifa edilmesi gerekir. İşin burasında ‘İmamın gördüğü vazife karşılığında aldığı maaş ne olacak' diye bir soru akla geliyor. Evet bu mesele öteden beri konuşulmuş ve değişik açılardan değerlendirilmiştir. Kimi art niyetli kişiler imamları değersiz kılmak için bu konuyu dillerine dolarlar. Maddiyat ve para konusu gündeme geldiğinde, ‘İmama bile para vermezsen gidip camide namaz kılmaz' derler.
Aslında bugün için bir imamın aldığı maaşın helal olup olmadığını tartışmak yerine, devlet yönetimleri ve otoritelerin din ile olan ilişkisini sorgulamak daha isabetli olacaktır. Sonraki yazılarımızda bu konulara değinmek dileğiyle, Allah'a emanet olun.