“Ancak tevbe edip iman ederek salih amel işleyenler müstesna; işte onlar hiçbir zulme uğratılmadan cennete gireceklerdir.” (Meryem:60)
Hayatımızın anlam kazanması, yaratılan mahlukat içinde imtiyaz sahibi olmamız, iman iledir. İman bir ağaç gibidir. Bu büyük ağacın kökü kalptedir. Gövdesi akıl, dalları ise organlar mesabesindedir. Bu mukaddes ağacın meyvesi ise salih amellerdir. Şüphesiz ki ağacın kökü, gövdesi, dalları ve meyvesi olmadan ağacı tanımlamak nakıs ve yanlış olacaktır. Aslında insana şeref veren en büyük delil, imanın ta kendisidir.
İman, işin başıdır. Bir binanın temel yapısıdır. Kabul, tasdik ve buna paralel 'tasdik'in neticesi de ayette geçtiği üzere salih amellerdir. İman, öyle bir nurdur ki, Allah-u Teala'nın tüm esmasını aydınlatır onu okutur ve onu süslü kılar. “İman, Resul-i Ekrem (sav)'in tebliğ ettiği dinin zaruretlerini, tafsilen ve zaruretlerinin dışındakileri de icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.” (İşarat-ül İcaz)
İman'ın amel üzerinde itici, harekete geçirici bir gücü vardır. İman kalplerde ne denli kök salarsa, amel üzerindeki harekete geçiciliği de o denli kuvvetli olur. Ve salih amelin çok yapılmasına vesile olur. Çünkü salih amel, sahih ve tahkiki bir imanın neticesidir. Bunun tam tersi ise; iman kalpte zayıf oldumu, hareket gücü de zayıflar ve gevşeklik, tembellik oluşur. Amel-i salih'in az, eksik yapılmasına sebebiyet verir. Onun için Kuran'ın bir çok yerinde amel, imana bitişik olarak gelip, özellikle iman ve salih amel Kur'an'ın onlarca ayetinde birlikte kullanılır.
Çünkü bir şeyin hakikat olduğuna inanmadan faydası görülmez. İmanın faydası ve meyvesi de salih amellerdir. Salih amellerin işlenme şartı da, iman olarak zikredilmiştir. İman akidesi; Kur'an okumak ve onun manalarını öğrenmek, ondaki kıssa ve mevzuları düşünmek, ibadet ve hayırlarla meşgul olmak, salih kimselerin Allah-u Teala'ya kulluk ve korkularını müşahede etmek, bunların nasihat ve tavsiyelerini dinlemek gibi faydalı işlerle kuvvetlenir ve ilk aşamada bir çekirdek iken büyük ve meyveli bir ağaç durumuna gelir.
Hem hakiki imanın, sahibini amel etmeye sevk ettiği bir gerçektir. Örneğin; ateşin yakıcı olduğuna gerçekten inanan bir kimse, kendisini onun içine atmaz ve ondan kaçar. Bunun gibi, nefsinin istediği günahları işlemesinin kendisini cehennem ateşine atacağına iman eden bir kimse de günah işlemez. Emredilen farzları ihmal etmez. İşte iman ile amel arasında böyle bir şiddetli iltizam ve bağlılık vardır. Unutmamak gerekir ki, amel tarafından teyit edilmeyen bir iman, kalpte gizli kaldığı için, dünya hükümleri için geçersizdir. “İnsan nasıl inanırsa, öyle yaşar” darbı mesel olmuş olan bu söz de konumuzu teyit eder olsa gerek.
Hem imana ait bilgilerden sonra en lazım ve en mühim olan salih amellerdir. Salih amel ise maddi ve manevi kul haklarına tecavüz etmeyerek, Allah'ın hukukunu tam olarak hakkıyla yerine getirmekten ibarettir. Bu iyilikler de, kalp, beden veya mal ile olur. Kalp ile yapılan amellerin güneşi iman'dır. Beden ile yapılan amellerin fihristesi namaz'dır. Mal ile yapılan amellerin kutbu zekattır. Demek ki, beraberinde amel bulunan iman kuvvetlenir, nurlanır, onun kalp, dimağ, duygular ve beden üzerindeki etkisi artar. Günahlar yüzünden de bunun tersi olan sonuçlar doğar. İman, insanın yaşantısında adeta manevi bir yasakçı hükmündedir. Ki günahlara düşmesin. Üstad (ra) şöyle buyurmaktadır: “Kur'an, salih amel noktasında, iman tarafından herkesin başında bir manevi yasakçıyı bulundurur. Cehennem hepsini ve Allah'ın gazabını hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.” (Şualar: 12. Şua)
Hem nasıl ki, ilim malumat sayısının artmasıyla artarsa, imanda keyfiyet olarak artar. Vahiy döneminde her yeni indirilen emir ve hükümler karşısında kafirler inkar, münafıklar şüphe, müminlerde iman ederlerdi. Ve böylece her inen hüküm karşısında kafirin küfrü, münafığın nifakı, müminlerinde imanına yeni bir iman ve tasdik eklenirdi. İşte gerçek müminlerin imanları bu şekilde artıp çoğalırdı. Nitekim ayeti kerimelerde şöyle buyurulmuştur: “Bir sure indirildiği zaman münafıklar birbirlerine,
'Bu hanginizin imanını artırdı?' derler. Doğrusu, bu iman edenlerin imanını artırır ve onları sevindirir. Kalplerinde (Küfür ve nifak hastalığı olanlarında murdarlıklarını artırır ve bunlar artan murdarlıklarıyla kafir olarak ölürler.” (Tevbe: 124-125)
Üstad (ra) “Yedillu” ve “Yehdi” muzari siğasındaki kelimeleri açıklarken şöyle der: “Yirmi üç sene devam eden Kur'an'ın parça parça nüzuluyla teceddüdü nispetinde, onların zulmet-i küfriyelerine kat kat zulmetlerin ilavesine sebebiyet verdiğine, mü'minleri de nüzulun yenilenmesi nisbetinde nur-u imanlarının derece derece yükselmesine bais olduğuna işarettir. (İşarat-ül İ'caz)
Hem, iman; kuvvet itibarıyla artar ve azalır. “Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine onun ayetleri okunduğunda (bu, onların) imanlarını artırır ve (onlar yalnız) Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal:2)
“Halk kendilerine, insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun! Deyince bu onların imanlarını artırdı” (Al-i İmran:173) ve bu konuda Kur'an'i örnekler çoktur. Ayrıca Allah Resulünün ve Ashabının; “Allah'ım imanımı artır!” (Müslim) şeklinde dua ettikleri de bilinmektedir. Yine Üstad (ra) derki; “Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azimdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir” (30. Lem'a, 6. Nükte)
Çünkü iman; ilim ve duygudan oluşan bir terkiptir. Onun ilim yönü, diğer ilim çeşitleri gibi, konularının artmasıyla artarken, duygu yönü de diğer duygular gibi, amel-i salih ile güçlenir. Duyguların ruhu ve hayatı amel-i salihtir. Bu sebeple, amel olmadığı zaman duygular zayıflar, amel olunca da kuvvetlenir. Dünyaya ait işler kırılmaya mahkum şişeler hükmündedir. Ahirete yönelik işler ise, gayet sağlam elmaslar hükmündedirler. Mesela; insanın yaratılışındaki şiddetli merak ve hararetli sevgi ve dehşetli hırs ve inatçı istek ve bunun gibi şiddetli duygular ahiret amellerini kazanmak için verilmiştir; ama bir insan ki verilen bu duyguları şiddetli bir surette fani dünya işlerine yönlendirirse, fani ve kırılacak şişeleri baki elmas fiyatlarına tebdil etmiş olacaktır. Bu da imanın zayıflamasına ve hüsrana dahi sebep olacaktır.
Hem amel ve ibadeti olmayan kimse, ilim ve aklın zorlamasıyla iman etse de, o kimsede Allah korkusu ve sevgisi, İslam taraftarlığı, iyilikten hoşlanmak, kötülükten nefret etmek gibi his ve duygular gelişmez. Bu hal iman ile amel, diğer bir ifade ile kalp ile vücut ve organlar arasında şiddetli bağlılık iletişim ve etkileşim bulunmasından dolayıdır.
Hem, insan bu dünyaya imtihan için gelmiştir. Ve insanda nefis, heva, kuruntu, zan vb... hislerin etkisinde kaldığı gibi, çoğu zaman şeytan da hükmediyor. Bu hisler ve şeytan sürekli insanı kötü yola kanalize ederler. Çoğu vakit mü'minin imanını rencide etmek için, gafletinden istifade ederek, mü'mini çok hilelerle inançsızlığa sürüklemeye çalışırlar. Şüphe, zan ve vesveselerle iman nurunu kapmaya çalışırlar. Tüm bunlardan kurtulmak için Nebi(sav) şu hadisini sürekli unutmayıp, gereğini yerime getirerek olur; “iman, elbise'nin eskidiği gibi eskir. Onun için imanınızı sürekli yenileyin” (Tirmizi, Nesei)
Hem, insan kendi cinsleriyle bu alemde sürekli yenilendiği gibi başkası yerine geliyor. Aynen şu dünya alemi dahi sürekli kendini yenilemektedir. Geçenlerin yerine daha tazeleri gelmektedir. Bundan dolayı insan, harekete, tebdile ve yenilenmeye sürekli ihtiyaç kesbediyor. Gaflet ve nisyan perdelerinden kurtulmak için her zaman, imanı yenilemeye muhtaçtır. İman, insanın hayat ışığıdır, aleminin ziyasıdır ve (lailahe illallah) ise o ziyayı açan bir anahtardır. Muaz b. Cebel (ra) arkadaşı Esved b. Hilal'e tefekkür ve Allah'ı zikri kast ederek “gel birlikte oturup biraz iman edelim” demesi de bu kabildendir.
Üstad (ra) derki; “hem şeriatın zahirine muhalif düşen ve hatta bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimeler ve hareketler eksik olmuyor. Onun için, her vakit, her saat, her gün imanı yenilemeye bir ihtiyaç vardır” (26. mektup, 4. mebhas)
Hem insan bir misafirdir ve bu dünyadan, ahiret menzillerine gidecektir, misafir olan kimse, beraberce götüremeyeceği bir şeye kalbini bağlamaz. Ne vakit olursa bu alemden göçecek ve çıkacaktır. Öyle ise şerefli olarak çıkmaya çalışmalıdır. Buda iman ve salih amellerle sürekli meşgul olmakla olacaktır.
Gavs-ı A'zam (ks) şöyle buyurur; “imanlı, ahiret hayatı için azık (iman ve salih amel ) hazırlamakla meşgul olur.
İmansız ise hep dünyevi zevklerin peşinde (iman) azığını zayi eder. (Sohbetler)
İktidarsız imanların Mü'min yüreklerde mahkum olduğu bir çağda, özgür bir imana kavuşabilmenin yolu Allah Rasulü(sav)nün çağrısına uymaktan geçiyor. Bu çağrıyı tekrarlıyoruz:
“İmanlarınızı yenileyiniz!”
İnzar Dergisi