İman ve inanç

21. yüzyıla girerken Hıristiyan âleminde önemli gelişmeler oluyor. Ekim-2007’de İtalya’nın Napoli kentinde önemli bir toplantı yapıldı.

21. yüzyıla girerken Hıristiyan âleminde önemli gelişmeler oluyor. Ekim-2007’de İtalya’nın Napoli kentinde önemli bir toplantı yapıldı. Toplantıda Katoliklerle Ortodokslar arasındaki mümkün yakınlaşma zemini konuşuldu. Ele alınan diğer konu şiddetin olmadığı bir dünya için dinler ve kültürler arası diyalog idi. Toplantıya, Hıristiyan olmayan Yahudi ve Müslüman cemaatlerden 42 temsilcinin katıldığı bildirilmişti. Bu toplantıya Türkiye’den, İstanbul Yahudi cemaati haham başı İshak Haleva ve Ankara İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Mehmet Paçacı katıldı.

Bu tür toplantılarda kullanılan ifadeler, diplomatik dil, üslup, kelime seçimi önemlidir. Papa, yaptığı konuşmada birkaç husus üzerinde duruyordu. Bunlardan biri “dinler ve kültürler arası diyalog” toplantılarının, dünyanın barışına katkı sağlamasını dilemesi yanında, barışın tesisinde öncü rol oynayacak olan misyonerlere de dua edelim diyordu. Bir papa ilk defa başka dinlerden olan müntesiplerin, temsilcilerin de yer aldığı bu toplantıda, bariz ve belirgin bir şekilde misyonerleri zikrediyordu. Dinlerde tebliğ önemli bir görevdir, ancak tarihsel olarak “misyonerlik” hem Hıristiyanlığa aittir, hem Hıristiyanlığı çağrıştır. Bununla da yetinmeyen papa, Hıristiyanlığın yaygınlaşması ve insanlığın tamamının Hıristiyanlığa dâhil olması için Katolikliğin dışındaki Hıristiyanlara da büyük gayretler ve görevler düştüğünü söylüyordu. Bu şu demekti. Beşeriyet Hıristyanlığa muhtaçtır, bu görevi Katoliklik üstleniyor, ama yetersiz kaldığı yerde diğer Hıristiyan mezhepleri de bu görevi talip olmalıdır. Yani Katoliklik, beşeriyetin dini denetimini diğer Hıristiyan mezhepleriyle paylaşabilir.

Burada altı çizilmesi gereken iki önemli nokta var: İlki Hıristiyanlık, bütün insanlığın Hıristiyanlaşması iddiasındadır; zaten misyonerlerin üstlendiği “misyon” “İsa’nın mesajını bütün milletlere luaştırmak”tır. Papa bunu teyit ediyor ve öne çıkarıyordu. İkincisi, bu sadece Katolikliğin uhdesinde olan bir faaliyet değil; Katolikliğin dışındaki Hıristiyanlara da görevler düşüyor. Soru şu: Bu sayede Papa, Katolikliğin dışındaki Hıristiyan mezheplerin meşruiyetini de kabul etmiş mi oluyordu? Bazı gözlemcilere bakılırsa Papa, burada özel olarak bir isim zikretmiyor; ancak toplantıda önde olan, Fener PatriğiBartholomeosolduğundan, Papa’nın söyledikleri Ortodoksluğa bir cemile hükmünde sayılıyordu.

Pekiyi, bundan neyi anlamak gerekir? Bir defa Katoliklik tarihsel manada kendi adına, kendini merkeze alarak, büyük bir hamle başlatıyor, yeni bir ivme kazanıyor. Söz konusu hamle aslında  1960’larda başlamıştı.1962–65 arası düzenlenen II. Büyük Vatikan Konsülü önemli bir dönüm noktasıydı. Konsülün iki amacı vardı:

a) Dogmayı, inancı tarihsel akışı içerisinde günün şartlarına uygun, yaşanabilir, ifade edilebilir, kabul edilebilir hale getirmek. Bu, bir tür yeni formülasyon sayılırdı. Katolikliğin kendi içinde bir nefis muhasebesiydi, bir iç sorundu. Ağırlıklı tartışmalara, teolojik münakaşa ve müzakerelere dikkatlice bakıldığında bunu söylemek mümkün.

b) Modern dünya karşısında din, daha doğrusu Katoliklik, nasıl var olacak, nasıl ayakta duracak, bu soruların cevabını arıyordu. Zaten diyalog fikri bu çerçevede teşekkül etmişti.

Tarihsel tecrübeden biliyoruz ki tek başına Katoliklik bu dünyaya karşı koyamaz, varlığını muhafaza edemez. Sadece modern dünyada değil, daha yoğun ve etkin biçimde postmodern dünyada da dinin, inancın kendisine karşı saldırılar söz konusu. Özellikle postmodern dünya her şeyi istila ediyor, içini boşaltıyor, amorf hale getiriyor. Yaptıkları değerlendirmeye göre Katolikler varlıklarını muhafaza edebilmek için diğer dindarlardan destek alabilir, onlarla diyalog içine girebilirlerdi. Ancak dikkatten kaçmaması gereken husus şu ki Katolik Kilisesi, kendisi dışındaki dinlerin itikatlarından, alem tasavvuru veya hayatı düzenleyen amir hükümlerinden değil, dindarlarından, din müntesiplerinden yardım alabileceğini ima ediyor. Aksi düşünülemezdi, çünkü inanca göre kurtuluş kilisededir. Yani kurtuluşu, Katolik kilisesi kendisi temsil ediyordu, diyalog arayışına girerken bu temel iddiadan vazgeçmiş değildi. Bu çerçevede Yahudilerden, Müslümanlardan, hatta Budistlerden de destek alma fikri “taktiksel”di. Söz konusu taktiksel teşebbüsü Papa 16. Paul daha uç noktalara, mantıki sonuçlara götürmüştü. Bazı gözlemcilere göre, 16. Paul İslamiyet’i İslam olarak, din olarak kabul ediyordu, ancak bu anladığımız manada bir “din” değildi. Başka bir deyişle o, İslamiyet’i “imanı” olan bir din değil, “inanç” olan bir din şeklinde görüyordu. Çünkü Katoliklik, dikkatli bir biçimde “iman” ile “inanç”ı birbirinden ayırıyor, iddiasına göre imanı kendisi temsil ediyor; diğer dinler birer inanç olabilirdi ancak.

Hakikat-i halde Müslümanların temel kabulleri de bundan farklı sayılmaz. İslamiyet’e göre kâmil iman, dinin, vahyin düzenlediği inançtır. Kişilerin bir inanca sahip olması doğru yolda olduklarının veya kurtuluşa erdiklerinin garantisi değildir. Herkes bir şeylere inanır, fakat o inanç, Peygamber Efendimize gelen vahiy tarafından düzenlenmiş ise “iman” seviyesine çıkar; yoksa her inanç iman değildir. İslam bakış açısından “iman” vahyle beslenip desteklenen dinin düzenlediği inançtır. Vahy ile düzenlenmedikçe inanç “iman seviyesi”ne çıkmış sayılamaz.

NOT: Değerli okuyucularımızın ve bütün müslümanların kurban bayramını tebrik eder, hayır ve güzelliklere vesile olmasını dilerim.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=yazarHaber&ArticleID=19332

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.