İnsanların fikir ve niyetlerinin tercümanı söylem, slogan ve konuşmalarıdır. Konuşma ve söz söyleme kabiliyetinin insanı diğer varlıklardan farklı ve üstün kıldığı bilinmektedir. Bu hakikat, insanın sözünün bir nevi insanın özü olduğu gerçeğine bizi götürüyor.
İnsan yalnız sözle insandır ve insanlar sözle birbirine bağlanır veya birbirinden uzaklaşır. Savaşı kesecek, başı kestirecek olan da mecrasına göre tesirini bulmuş sözdür.
“Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler ancak ona yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar.” (Fatır: 10)
“…Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrahim Suresi, 24-27)
Ayetler ışığında baktığımızda sözün insanların aynası olduğunu görürüz. Bu sebepledir ki ‘Ağzından bal damlıyor ya da zehir akıyor' deyimlerini güzel veya kem söz sahipleri için kullanırız.
Olumluyla olumsuzun, hilmle hinliğin, şefkatle gaddarlığın, merhametle öfkenin, masumlukla caniliğin, zalimlikle adilliğin, doğrulukla yalanın bir arada bulunamaması sözün çıktığı ağzın fikir ve düşüncesine uymasındandır.
Bazıları vardır ki ısrarla zıtları bir araya getirmeye, hakla batılı kaynaştırmaya, iyilikle kötülüğü sentezlemeye çalışırlar. İşte bunlar, bulanık havada balık avlamaya çalışan bir mantıkla hareket ederler ki, inkârı ve isyanı ortada olandan daha zararlıdırlar.
Elleri sana uzanmaktadır, yardım için sanırsın; aslında elinle beraber bütün bedenini kavramak içindir.
Başına elini sürerler şefkat sanırsın; aslında başınla ellerindeki pislikleri temizlerler.
Söylendiğinde içini hoş eden sözler sarf ederler; ama hemen hinlik ve algı kilitleme kurnazlığıyla yanına gerçek niyetlerini sırıtırcasına ortaya koyan bir başka sözcük koyarlar.
Yıkarlar; ama yapıcılık sloganını ağızlarından düşürmezler.
Yakarlar; fakat söndürüyoruz naralarıyla ortalığa dökülürler.
Katlederler; lakin ‘katil ….' Diye bağırıp hesap sorucu kesilirler.
Yalanda üzerlerine yoktur; ancak yalanlarını da doğru diye yutturmaya çalışırlar.
Vahşidirler; hâlbuki ak sütten çıkmış kaşık misali kendini vitrine çıkarırlar.
Saldırgandırlar; velakin dövülüyoruz feryatları kulakları yırtar.
Halklarına etmedikleri zulüm, vermedikleri zarar kalmamıştır; gel gör ki halkların partisi olduğuna da inandırırlar(!)
Savaşımları hukuksuz, hadsiz ve ahlaksızcadır; barış, özgürlük ve sulh kavramlarını kendilerinden başkasına da teslim etmezler.
Tıpkı HDPKK gibi Marksist, Leninist ve inkârcı bir yapı, ‘inatla' namusa düşman kesilir, Peygambere ve kutsala dil uzatır, kendinden başka bir yapının değil varlığına adına ve adından bahsedilmesine tahammül etmez, halk onlara destek vermiyor diye halka kan kusturur; ama halkın karşısına cici oğlan(!) makyajıyla çıkmaktan da utanmaz.
‘İnadına' derken aslında özünü dile getirir:
‘İnadına' olan inkârdır, isyandır, vahşettir, katletmedir, namus düşmanlığıdır, maddeciliğin putu olan komün'lüğü insanımıza dayatmadır. Yanına ustalıkla getirdiği ‘barış' kelimesi de ‘ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz'ın tefsiri olan savaştır, yıkımdır, ölümdür.
Sözün özü ve bizim bildiğimiz kusursuz söz:
“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar…”(Bakara: 11)