İnanç Dünyasındaki Kemalatta Kubbe Mimarisinin Yeri

Bütün geceyi kara gökyüzünü izleyerek geçirdiğim bir yolculuğun sonunda, ancak sabah saat yedide, karanlık çekilip de ortalık yeşillendiğinde ve denizin habercisi martılar göründüğünde İstanbul’a varmıştım.

Bütün geceyi kara gökyüzünü izleyerek geçirdiğim bir yolculuğun sonunda, ancak sabah saat yedide, karanlık çekilip de ortalık yeşillendiğinde ve denizin habercisi martılar göründüğünde İstanbul’a varmıştım. Henüz on altı yaşında, talihini terk etmiş İstanbul ile tanışırken en büyük binaların ve en büyük sefaletlerin bir arada yaşadığı bu şehirde her gördüğüm şey beynime alışılmadık sorular ürettiriyordu. En ilginç olanı ise Ayasofya ile olan karşılaşmamızda zihnime hücum etti. ‘’Bu kilisenin tepesine kubbeyi kim ve nasıl yerleştirdi?’’ Tabi ben, o yaşıma kadar kubbeyi sadece cami mimarisinde gördüğümden kubbenin İslam mimarisinin bir unsuru olduğunu düşünerek bu soruyu soruyordum. Yani Ayasofya’nın tepesindeki kubbenin İstanbul fethedildikten ve kilise, camiye dönüştürüldükten sonra yerleştirildiğini düşünmüştüm.

Bu olayın üstünden altı yıl geçmişken tüm bunları bana tekrar anımsatan Ayasofya’ya son gidişimdi. Cami olarak tekrar ibadete açılan Ayasofya’ya bu son gidişimde Ayasofya mimarisini inanç düzleminde anlamlandırmaya çalışırken bu defa daha makul bir soru sordum. “Tapınaklarda (ibadethanelerde) kubbe ne anlam ifade ediyor, kubbenin mesajı nedir?” Bana bu soruyu sordurtan ise Ayasofya mimarisinin, yurt içinde de yurt dışında da gördüğüm neredeyse bütün kiliselerden farklı unsurlar taşıyor olmasıydı. Bunun üzerine Hristiyan kilise mimarisini ve kubbenin tarihini araştırmaya başladım.

Hristiyan mimarisi 6. yüzyılda zafer anıtları niteliğinde temelde üç farklı kilise formu ortaya koymuştu: Apostol kilisesi( bunun temsilcisi bugün Venedik’teki San Marco Kilisesi’dir), Ravenna’daki San Vitale ve Ayasofya. Bunların her biri merkezi tek bir kubbeye sahip olan kiliseler. Ama bununla birlikte her biri kiliseyi kubbe etrafında farklı mimari üsluplarla inşa ediyordu. Ayasofya’da, dikdörtgen bir plan olarak gerçekleştirilen bina üzerine kubbe geliyordu. Bu mimari üslubun ne Yunan ve ne de Roma mimarisinde önceleri örnekleri görülmüş. Ve asıl çarpıcı olan; Apostol Kilisesi ya da San Vitale ve de günümüze kadar bu iki kiliseden uyarlanarak inşa edilen başka hiçbir kilisede Ayasofya mimarisinin örnekleri görülmüyordu. Ayasofya, hiç taklit edilmemişti. Bu da göstermektedir ki, Ayasofya’yı Hristiyanlar inşa etmiş olsa da aslında onun mimari üslubuyla anlatmak istedikleri Hristiyan dünyasında anlaşılamamıştır. “Çünkü bu mimarinin var oluşunun fikri onların ruhlarında doğmamıştır. Çünkü bu kilise, onların kilise ideali değildir. Çünkü bu binanın taşıdığı ruh Ortodoks Bizans’ın ruhuyla uyuşmamaktadır.” (1)

Farklı inançlar ve farklı düşünüş biçimleri farklı bir şekilde kendilerini var ediyor ve bunlar da farklı bir kültürün, farklı bir mimarinin, farklı bir yaşam şeklinin ortaya çıkmasına neden oluyordu. Ayasofya, mimarisiyle bir nevi kul ile Tanrı arasındaki aracıyı ortadan kaldırıyordu, hiyerarşiyi yok ediyordu. “Bu kilise, kul ile Tanrı’sı arasına aracıların giremeyeceği bir inancın habercisidir. Bu taştan yapılan ama ruhları özgürleştiren muazzam bina, içinde doğduğu kültürün çocuğu olamaz. Bu büyük özgürlüğü, doğu Hristiyanlığının sürekli dizlerinin üzerinde sürünen köle ruhu doğuramazdı.” (2)

Bizans’ı tam olarak bilmediğimiz sürece İstanbul’un özünü anlayabilmek nasıl zor ise Hristiyanlığı veya diğer dinleri de bilmeden İslam’ı hakikatiyle anlamanın zor olacağını düşünüyorum. Çünkü eğer İslam kemal din ise neyin kemali olduğunu bilmek de İslam’ı hakkıyla anlamada bir yol olacaktır. Buna Ayasofya’nın gerçekten İslam inancının habercisi olabileceği yorumunu düşünürken vardım. Ve kubbe ile ilgili araştırmalara devam edince kubbe mimarisinin inanç dünyasındaki kemalatta bir başka kritik noktada daha yer aldığını gördüm. Tarihte tapınaklarda kubbe mimarisinin ilk defa kullanıldığı Pantheon tapınağı.

Pantheon, m.s. 128 yılında Roma imparatoru Hadrian tarafından yaptırılan bir pagan tapınağı. Kubbeyi bir tapınakta ilk defa kullanan Pagan Batı Romalılar, bu tapınağı inşa ederken bütün inşalarda olduğu gibi kendi inanç şekillerini ve kâinat tasavvurlarını yansıtacak biçimde bir tapınak ortaya koymuşlardı. Ancak o güne kadar yapılan tapınakların aksine Pantheon’da tek ve toplu bir mekan yaratmak için kendi dönemlerine kadar en büyüğü sayılacak bir kubbe ile bunu gerçekleştirmişlerdi. Fakat bu kubbeli mimaride asıl ilgi çekici olan tapınağın giriş kısmının geleneksel biçimde Pagan Roma’nın ruhuna uygun sütunlardan oluşmasına rağmen arka kısmının giriş kısmı ile ilgisiz bir şekilde daire planlı ve bir kubbe ile örtülü olmasıdır. Gerçekten tapınak mimarisine dışarıdan bakıldığında bile bu uyumsuzluk açıkça göze çarpmaktadır. Ancak tapınağın mimarisindeki bu sütunlu yapıdan dairesel yapıya sert geçiş tıpkı Ayasofya’daki geçiş gibi bir mesaj taşıyor olabilir.

Kubbe, tarih boyunca merkezinde Tanrı’nın olduğu bir inancı simgeleyen bir mimari unsur olarak var olagelmiştir. Bununla birlikte gök kubbeyi de temsil eden bu unsur göksel bir inanca işaret etmektedir. Hristiyanlık doğmuş ama henüz yayılmamışken inşa edilen Pantheon, sanki çok tanrılı inanç sisteminden tek tanrılı bir inanç sistemine geçişi temsil eden bir eser gibi var olmuştur.

Hadrian, Pantheon’u Marcus Agrippa’nın MÖ 27 yılında yaptırmış olduğu ve sonradan yıkılmış olan tapınağın yerine yapmıştı. Ve bu eski tapınak, Pagan inancı yansıtacak şekilde tamamı sütunlu bir yapıya sahipti. Buna rağmen Hadrian, 100 yıl sonra eski sütunlu yapının yerine tek tanrılı bir inancın habercisi gibi bir eser ortaya koymuştu.

Farkında olun veya olmayın inancınız, içinde yaşadığınız kültür, düşünüş biçimleriniz inşa ettiğiniz eserlerde vücut bulur. Ve bu inşa ile yeni mekânı şekillendirirken, yeni zamanı ve yeni zihni de oluşturursunuz. Yani geleceğinizi kendiniz inşa edersiniz. Hafızasını kaybetmiş, iki medeniyet arasında sıkışmış ve karmaşık bir ruh hali içinde olan bir toplum nasıl bir medeniyet, nasıl bir gelecek inşa edebilir. Hem tarihi gerçekliğe yabancılaşmadan ve hem de çağı tanıyıp çağın dilini yakalayarak bu krizi aşmayı mümkün kılacak formlar üretmeliyiz. Kubbe, değişmez bir form değildir. Mesele kubbeyi nereye koyacağımız kadar kubbenin yerine ne koyacağımızdır da.

Feyzullah Çiftçi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri

2024 siyer yarışması soru ve cevapları
2023 siyer yarışması soru ve cevapları
Siyer Yarışması kayıtları 100 binlere ulaştı
Nisanur dergisi ağustos sayısı, "Siyaset, Müslüman ve Kadın" başlığıyla çıktı
İnzar dergisi ağustos sayısında "Sapma" konusunu işledi