Kullarına karşı merhamet sahibi olan Allahu Teala, onlara ne yapmaları gerektiğini bildirmekle kalmamış, pratiğini peygamberleri vasıtasıyla göstermiştir. Aciz olan insanlar dahi, kendilerini büyük görüp kibirlenerek insanların seviyesine göre hareket etmekten kaçınırken, Allahu Teala tüm kudret ve azametiyle beraber bunu yapmaktan çekinmemiş ve kâinatta tenezzülat-ı ilahi cari olmuştur. Bu dahi insanoğlu için karşılığı ödenemeyecek bir lütuf olarak yetmektedir.
Öncelikle şunu bilmemiz gerekir. Hz. Resulullah (as)’ın doğumundan vefatına kadar yaşamında karşılaştığı hadiseler kendisinden ziyade bize bakmaktadır. Allahu Teala onun şahsında bize yol göstermiş, yapmamız ve kaçınmamız gerekeni bize öğretmiştir. Meseleye bu şekilde bakmazsak, O’nun (sav) için söylenen “O, yürüyen bir Kur’an’dır” mesajını anlamaz; siyerin, vahyin pratiği ve tamamlayıcısı olma özelliğini kavramamış oluruz. Aksi halde özü bırakıp kabukla iştigal etmiş oluruz. Yararlı olan, faydası dokunan cevizin içidir, kabuğu değil. Bu, her akl-ı selim sahibinin kabul edeceği bir hakikattir.
Hz. Resulullah (as)’ın her anına, her sözüne, her ameline… Ve her fiiline bu gözle bakmak, bu bakış açısıyla değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Mü'minlerin hikmetle hareket etme zorunluluğu da zaten bunu gerektirmektedir.
İbn-i İshak der ki:
“Hz. Resulullah (as); mertlik ve insanlıkça kavminin en üstünü, ahlakça en güzeli, soy sop itibariyle en şereflisi, komşuluk haklarını en çok gözeteni, akılca en büyüğü, doğruluk ve doğru sözlülükte en başta geleni, eminlik ve güvenilirlikte en büyüğü, kötülükten, insanları alçaltan huylardan da insanların en uzak bulunanı idi. Yüce Allah (cc), bütün iyi haslet ve meziyetleri onda toplamıştır.”[1]
Şimdi hayatımıza ışık olup yolumuzu aydınlatacak bir hadiseye kulak kesilelim. Hz. Resulullah (as)’ın başından geçen bu hadiseyi; bize hitap ettiğini kabul ederek, Hz. Ali’nin aracılığıyla bizzat ondan dinleyelim.
Hz. Ali (ra)’nin Hz. Resulullah (as)’tan bizzat işitip bildirdiğine göre Hz. Resulullah (as) buyurmuşlardır ki:
“Ben, cahiliye devri insanlarının işledikleri bir şeyi işlemeye iki kere teşebbüs etmiş isem de, Yüce Allah (cc), beni peygamberlikle şereflendirinceye kadar hiçbir kötü şeye teşebbüs etmedim. İki kere yapmaya teşebbüs edip alıkonulduğum şey de şu idi:
Bir gece, Mekke’nin yukarı taraflarında, Kureyş’ten bir veya birkaç gençle birlikte kendi koyunlarımızı otlatıyordum. Arkadaşıma; “Eğer koyunuma bakarsan, ben de diğer gençler gibi, Mekke’ye gidip gece konuşmalarına katılayım” dedim. Arkadaşım; “Olur, istediğini yap!” dedi. Ben, bu arzumu yerine getirmek üzere yola çıktım. Mekke evlerinden ilk evin yanına vardığım zaman, defler, düdüklerle ıslık çalındığını işittim. “Nedir bu?” diye sordum. “Filan erkek, filanca kadınla evleniyor” dediler. Hemen oturup onlara bakmaya başladım. Derken Yüce Allah (cc) kulaklarımı tıkadı, uyuya kaldım. Beni ancak güneşin sıcaklığı uyandırabildi. Hemen dönüp arkadaşımın yanına geldim. “Ne yaptın?” diye sordu. “Hiçbir şey yapmadım!” dedim. Sonra da, başımdan geçeni ona anlattım.
Başka bir gece, yine arkadaşıma aynı şekilde ricada bulundum. O da; “Olur, dilediğini yap!” dedi. Yola çıkıp Mekke’ye geldiğimde, şu geçen gece Mekke’ye geldiğim zaman işittiğimin aynısını işittim. Hemen oraya çöküp bakmaya başladım. Derken, Yüce Allah (cc) kulaklarımı tıkadı. Vallahi, beni ancak güneşin sıcaklığı uyandırabildi. Uyanınca, hemen arkadaşımın yanına döndüm. Başımdan geçeni ona anlattım.
Bundan sonra, Yüce Allah (cc) beni peygamberlikle şereflendirinceye kadar hiçbir kötü şeye teşebbüs etmedim”[2]
Hz. Resulullah (as) genç yaştadır. Tabiat gibi saf yüreğiyle peygamber mesleği çobanlık yapmaktadır. Mekke gençleriyle beraber koyunlarını otlatmaya gitmiştir. Bu arada kendisinde Mekke’de yapılan bir eğlenceye gitme isteği doğuyor. İki kez gitmesine rağmen, Allahu Teala orada O’nu uyutup yapılan kötülüklerden muhafaza ediyor. Böylece onlara bulaşmadan dönüyor.
Burada şu noktayı dile getirebiliriz: Onu orada iki kez uyutan, kulaklarını tıkayan Allah, oraya gitme isteğini de onda peyda etmeyebilirdi. Madem o düğünü seyretmesini engelleyecekti, gitmesine de izin vermeyebilirdi.
Evet, elbette böyledir. Durum da budur. Eğer Allahu Teala isteseydi, oraya gitme gibi bir istek de onda husule getirmezdi. İşte burada, bu hadisede -Allah daha iyi bilir- mesaj bizedir, insanlaradır. Ona tabi olan ümmetinedir. Şöyle dersek: “Bakın insanoğlunda Allahu Teala’nın hoşnut olmayacağı şeylere meyletme, onları yapmaya azmetme durumu vardır. İnsan fıtrat olarak kötülük işlemeye elverişli yaratılmıştır. Bunun için bir insan olarak Hz. Resulullah (as)’ın da buna meyletmiş olması insandaki bu kötülük işleme yönünü canlı bir şekilde bizlere göstermiştir. Arkasından da kötülük arzusu karşısında yapılması gereken şeyi yine Allah Resulü (as) bize göstermiştir. Adeta Yüce Allah (cc), bize; “Sakın ola ki, bu tür yerlere gitmeyin ve bunları yapmaya kalkışmayın. Örnek ve numune olarak Resulümün yaşantısı üzerinde size bunu gösteriyorum, haberiniz olsun. Yarın, ‘Ya Rab! Bilmiyorduk, anlamamıştık’ demeyesiniz” demektedir.
Şüphesiz o peygamber olacak bir insandı ve örnek olacağından bu şekil yapıldı. Yalnız şunu iyi bilmemiz lazım ki, Allah, kötülüklere karşı -dilediği hariç- kulaklarımızı tıkatıp bizi uyutmaz. Allahu Teala kötülük yapacağımız vakit her zaman bize engel olmaz. Çünkü imtihan bunu gerektiriyor. Sırr-ı teklif bununla mana kazanıyor.
Madem durum böyle, o zaman işleyeceğimiz her şeyin hesabını önceden yapmak zorundayız. Gideceğimiz yerin mahiyetini, o yerden Allah’ın razı olup olmayacağını hesap etmek mecburiyetindeyiz. Zikredilen, Hz. Resulullah (as)’ın düğüne gitme hadisesi buna örnektir. Diğer tüm mekân ve ortamlar da buna kıyas edilmelidir. Kendimize, “Ben buraya gidiyorum, acaba Allah, buraya gitmemi istiyor mu? Ben bu mekâna uğruyorum, bundan razı mıdır? Gidip geliyorum, Allah Resulü (as)’nün kabulü müdür? Sinemaların, cahili düğün salonlarının, internet kafelerin, fuarların, parkların, oyun salonlarının… Gayr-ı İslami, ahlaki çöküntünün hâkim olduğu ortamların adım başı bulunduğu günümüzde, gideceğimiz her mekân ve ortam için zikredilen soruları sormamız lazım. Eğer gideceğimiz yer, Allah’ın razı olacağı bir yerse gideriz. Yok, Allah’ın razı olmayacağı, Hz. Resulullah (as)’ın hoşnut kalmayacağı bir ortamsa, bu nefsimizin hoşuna gitse dahi oraya gitmemeli, oradaysak terk etmeliyiz.
Şunun da kesinlikle bilinmesi lazım; oralara gitmezsek kaybedecek hiçbir şeyimiz olmayacaktır. Gitmemiz halindeyse bir anlık lezzetin ardından gelen pişmanlıktan başka elimizde bir semere kalmayacaktır. Zaten dünya dediğimiz şey nedir ki, lezzeti, zevki bizi rıza-ı ilahiden uzaklaştırabilsin? Hadis-i şerifte; “Dünyanın, Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum suyu ondan içemeyecekti”[3] buyurulmuştur. Hal böyleyken, maziye karışarak müstakbelde karşımıza bir ceza olarak çıkacak bir anlık dünya zevki için ahiretimizi heba etmeye değer mi? Akıllı hiçbir insan varlığında şüphe olmayan bir cezayı göze alıp ona bedel geçici bir lezzeti tercih etmez. Eğer ediyorsa veya bu konuda zayıf kalıp nefsine hâkim olamıyorsa, o zaman tekrar tekrar Kur’an-ı Kerim’e dönsün. Okusun, ama anlasın. İşte o zaman eksikliklerini, fazlalıklarını, yanlışlarını görecek, Allah’ın izniyle nefsine hâkim olacak, şeytanın hilelerinden ve yaldızlı vaatlerinden kurtulup Allah’ın rızasına nail bir kul olacaktır. İnanmayan varsa, buyursun denesin…
İnzar Dergisi
-----------------------------------------
[1] İslam Tarihi ve Hz. Muhammed (as)’in hayatı, M. Asım Köksal
[2] İslam Tarihi ve Hz. Muhammed (as)’in hayatı, M. Asım Köksal
[3] Tirmizi, Zühd,