Yoksul, çaresiz, muhtaç Müslümanların çok olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Milyonlarca Müslüman kadın ve çocuğun bir lokma ekmeğe muhtaç olduğu, evlerinden, yurtlarından uzakta perişan bir şekilde yaşadığı, etrafımızın muhacir Müslümanlarla dolu olduğu bir zaman dilimi… Böyle zamanlarda infak, hayır yolunda harcamak daha bir anlamlı hale geliyor.
İnfak, yani Allah için, Allah yolunda harcamak, Allah'ın yoksul kullarına yardım, şefkat ve merhamet elini uzatmak. Bu anlayışa, infak bilincine hepimizin ihtiyacı var. İnfak cennete götürür çünkü. Allah'a yaklaştırır, Allah'la rabıtayı güçlendirir, iman ve ihlâsı kavileştirir.
İnfak yüce yaratıcımızın her fırsatta övdüğü, gerçek müminlerin temel özelliklerinden saydığı, Kur'an'da namazla birlikte andığı, kurtuluş ve cennete ulaşmanın yolu olarak gösterdiği bir ibadet. Kur'an'da müminlerin özellikleri sıralandığında, “Onlar namazlarını huşu içinde kılarlar” ifadesiyle birlikte, “ Allah yolunda infak ederler” sözleri de mutlaka geçer.
Modern toplum ne yazık ki israfçı bir toplum… Harcamalarımız, ihtiyaçlarımız bitmez. Para harcadığımız çoğu şey gereksiz, eve getirdiğimiz yiyeceklerin yarısı çöpe gidiyor. Ama iş infaka gelince bir anda cimrileşiyoruz. Allah yolunda verdiğimiz birkaç kuruş gözümüze gelirken fuzuli harcamalarımız vicdanlarımızı hiç sızlatmıyor. Cenneti istiyoruz, iyi birer Müslüman olmayı arzuluyoruz ama pratiğimiz arzularımızın çok uzağında.
Hâlbuki Saadet Asrının Müslümanlarına baktığımız zaman onların bir infak toplumu olduklarını görüyoruz. O dönemin Müslümanları infak kültürüyle iç içe yaşıyorlardı. İnfaka namaza verdikleri önem kadar önem veriyorlardı. İnfaksız bir yaşamın cennete giden yolda büyük bir engel olduğunun bilincindeydiler. Sadece zengin sahabeler değil, yiyecek ekmek bulamayan yoksul erkek ve kadın sahabeler de Allah yolunca harcamak, infak etmek için çırpınıyorlardı. Çoğumuzun bugün yaptığı gibi ihtiyaçları olmayan şeylerden değil, sevdikleri, ihtiyaçları olan şeylerden infak ediyorlardı.
O günün Müslümanları Allah'ın dini için, İslam davası için, aç ve çıplak Müslümanları sevindirmek için her şeylerini fedaya hazır insanlardı. Allah da onlara izzet vermişti. Hem dünyada hem de ahirette izzet sahibi insanlar olmaya hak kazanmışlardı.
O sahabelerden Ümmü Büceyd'i örnek verelim. Çok Yoksul bir hanım Sahabiydi Ümmü Büceyd. Çoğu zaman giyecek bir elbisesi, çocuklarına verecek bir lokma ekmeği olmazdı. Kocası ve çocuklarıyla beraber kıt-kanat geçinirdi. Evinde eşya namına birkaç kilim, hurma lifleriyle içleri dolu yastık ve döşek, bakır ve pişmiş çamurdan yapılmış bir düzine testi, leğen, çanak ve daha birkaç değersiz şey vardı. Bütün dünyalığı bundan ibaretti. Ama infak için çırpınıp dururdu. İnfak edecek bir şeyi olmadığı için de çok üzülürdü.
Ümmü Büceyd bir gün dayanamadı; gönlünü kavuran, kalbini dağlayan bu sıkıntısını Peygamber-i Ekrem'e açmaya karar verdi. Resulullah'ın huzuruna çıktı. Dudaklarından şu hüzün dolu sözler döküldü:
“Ya Rasulallah! Bazen kapıma yoksullar, muhtaçlar geliyor. Onlara verecek bir şey bulamıyorum. O zavallıları geri çevirmek bana çok ağır geliyor.”
Peygamber Aleyhisselam onu teselli ederek:
“Üzülme! Dedi. Kapına gelen yoksulları boş çevirme. Verecek bir şey bulamazsan bile ellerine birer hayvan tırnağı sıkıştırıver.”
Ümmü Büceyd, Rasulullah'ın huzurundan ayrılırken zihni hayvan tırnağıyla meşguldü. Hayvan tırnağının kime ne faydası olabilirdi ki? Kapına gelene ha hayvan tırnağı verdin ha boş çevirdin, neticesi aynıydı. Peygamber hayvan tırnağıyla neyi kastetmişti acaba?
Biraz tefekkür edince Rasulullah'ın ne demek istediğini anladı Ümmü Büceyd. Rasulullah; önemli olan verilecek sadakanın veya infakın değerli olup olmaması değil, Allah yolunda infakın her zaman canlı tutulması, sadaka vermenin mü'minin ahlakından olması gerektiğini anlatmak istemişti.
Rabbim bizleri de Ümmü Büceyd gibi insanlardan eylesin. Bu mübarek Kurban Bayramı arifesinde yoksulları, açları, muhacir kardeşleri kurbanlarıyla, infaklarıyla sevindiren, yetim çocukların, yardıma muhtaç kadın ve erkeklerin yüzlerini güldüren cennet yolcularından eylesin.