Son çeyrek asırda yaşanan ekonomik krizler, dünya üzerinde yaşanan iç ve dış savaşlar veya kaoslar, istisnai coğrafyaları saymaz isek, maddi anlamda yaşam standartlarının yükselişine engel olmadı.
Bir yerlerde bombalar patladı, bir yerlerde insanlar kuru ekmeğe muhtaç oldu. Ama günümüz insanı yaşam kalitesini hep daha yükseğe taşıdı. Bunu yaparken asla var olanla yetinmedi, hep zirveye göz dikti. Çünkü buna layık olduğundan emindi.
Daha iyi evler, daha lüks otomobiller, daha yumuşak yataklar, daha lezzetli-sağlıklı yemekler...
Ayaklarımız bile daha konforlu ayakkabılara layıktı. Mobilyalar, tabaklar, çanaklar, hep daha-daha-daha olmak zorundaydı.
Yani daha kaliteli ve bize yakışan, bize layık olan olmalıydı!
Kalite artık vazgeçilmezimiz ve biricik ölçümüz haline geldi. Peki her konuda kalite standardı aradık mı?
Kocaman bir hayır dersek yeridir. Belki bu manada birçok şeyin kalitesi sorgulanabilir, ancak kalitesi(!) hiç değişmeyen, hatta vasatın altına düşen infak kalitemizi sorgulamanın tam zamanı.
Sahi infak kalitemiz ne durumda?
Ya da infak anlayışımız ne durumda?
İstisnai durumlar, istisnai insanlar dışında, durum hiç de iç açıcı değil. Maalesef çoğu insanın sadakadan anladığı bozuk para, bağıştan anladığı beş lira, kumanyadan anladığı da makarnayı geçmiyor.
Elbette hayır küçümsenmez. Ancak Rabbimiz, müminleri tarif ederken, kendilerini rızıklandırdığım şeylerden infak edenler diye tanıtmamış mıydı?
‘’Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.’’)Bakara /3)
Peki neden sofralarda olanlar ‘Ramazan' kumanyalarımızda yok?
Kendimiz marka giyinmeyi tercih ederken, çoluk çocuğumuza en güzelini layık görürken, infak ettiklerimiz artık işimize yaramayanlardan ve hatta evi temizleyip yenilerini almak için kurtulmaya çalıştığımız toz bezi olmaya namzet giysilerden.
Sadaka kumbarası olarak evlerimizde ve iş yerlerimizde bulundurduğumuz kumbaralar ne hikmetse bir türlü dolmuyor. Kendimize aslan payını ayırıyoruz, Rabbimize verdiğimiz ve ‘en güzel borç' olması gerekene ise kuş besler gibi gıdım gıdım veriyoruz.
Habil ile Kâbil'in kulluk ve samimiyet kaliteleri infak kaliteleriyle ölçülmüştü unutmamak gerekir. İnfak anlayışı, infak kalitesi kişiyi/kişiliği ortaya çıkaran muazzam bir süzgeçtir.
Bu nedenle infak; en sevilenden, en değerliden verilmelidir.
Gönülden kopan olmalıdır.
İçi cızzzz eden olmalıdır.
Verildikten sonra gözün ardından baktığı olmalıdır.
Olmalıdır ki infak olsun. Sonrasında rahmet ve hikmeti fark edilecektir. Himayesi ve bereketi kuşatacaktır. Nihayetinde gerçek iyiliğe ulaşılacaktır.
‘’Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.’’(Al-i İmran 92)
Ebu Talha'nın (r.a) bu ayeti duyduktan sonra, kendisine çok sevimli gelen Beyruha adlı hurma bahçesini infak ettiği gibi, en sevdiklerimizi infak etmedikçe asla infak kalitemizi Rabbimiz katında ispat edemeyeceğiz.
Zekâtlarımız, sadakalarımız, bağışlarımız hep bu kalite standardını yakalamalı.
Ayrıca Ramazan ayı vesilesiyle verdiğimiz iftarlarımızda bu kaliteden nasibini alsa ne güzel olur.
Çünkü ‘körler, sağırlar birbirini ağırlar’ şeklindeki iftarlar maksadından sapmış durumda.
Ali, Ahmet’i davet eder, Ahmet döner Ali'yi davet eder. Ayşe, Fatma’yı, Fatma Ayşeyi...
Bu şekilde aynı simalar, aynı muhabbetler, aynı insanlarla ay biter.
Şöyle gözümüzü, gönlümüzü açsak ve baksak, sadece maddi anlamda değil, manevi olarak da boynu bükük, morali düşük, derdi başından büyük kardeşlerimizi bulsak ve onlara hem soframızı hem gönlümüzü açsak maksat yerini daha çok bulacaktır.
Bu Ramazan bir farklılık oluşturalım; mobilya, ev, araba vs. gibi şeyleri değiştirip, kalitesini arttırmanın hayalini kurmaktansa, infak anlayışımızı değiştirelim ve infak kalitemizi arttıralım.
Rabbimiz en güzeldir, güzeli en güzel verendir.
O’nun için verilen en güzel olmalıdır, en güzel şekilde verilmelidir.
Gelin infak fırsatıyla kendimize bir güzellik yapalım.
Rabbimiz bizleri, niyeti halis, infakı güzel olanlardan kılsın!