Independent gazetesindeki analizde John Lichfield, “Neden Fransızlar Mali’deki savaşa müdahale etmekten başka şansları olmadığını düşündü?” sorusuna yanıt arıyor.
Analizde, eski bir Fransız sömürgesi olan Mali’nin Sahraaltı Afrika kabileleri ile Kuzeybatı Afrika’daki Tuareg ve Arap halklarına ev sahipliği yaptığı hatırlatılıyor.
Siyahi Mali halkları başkent Bamako merkezli sulak güney bölgesinde yaşarken, Cezayir ve Moritanya arasında kalan kuzeydeki geniş bölgede çöl halkları ve Araplar bulunuyor.
Yazar, Libya’da Muammer Kaddafi iktidarının Fransa ve İngiltere yardımıyla çöktüğü 2011 yılında, büyük miktarda silahın Sahra bölgesine geçmesine Batılı ülkelerin göz yummasını eleştiriyor.
Daha sonraki gelişmeleri ise özetle şöyle anlatıyor:
“Bamako’daki yolsuzluk ve ihmalkârlık geçen yıl kuzeydeki Tuareg ayaklanmasını ateşledi. Bu ilk başta İslamcı değil ayrılıkçı bir hareketti. Ayaklanma Bamako’da bir darbeyi tetikleyince Mali devleti ve ordusu çökme noktasına geldi.
Nisan ayında Azavad Ulusal Kurtuluş Hareketi yeni bir Tuareg devleti ilan etti; fakat hemen ardından, kendisinden kopan İslamcı kanat ve iki ayrı İslamcı grup tarafından bozguna uğratıldı.
Bu grupların en büyüğü, Cezayirli sürgünlerin liderlik ettiği, dünyanın her yanından cihatçılardan oluşan İslami Mağrip’teki El Kaide örgütüydü. Mali’nin güneyine yönelik saldırıya liderlik edip Fransa’yı savaşın içine çeken bu gruptu. (Cezayir’de) BP gaz tesisine saldıran ise onlardan ayrılan bir gruptu. Her iki olayda da esas dürtünün, Batılı hükümetleri Sahra’da ‘yeni bir Afganistan’a çekerek ün ve eleman toplama gücünü artırmak olduğu anlaşılıyor. Bu durumda Batı Mali’ye müdahale ederse de belaya batacak, girmezse de.”
Lichfield, ayrıca, Mali ordusunun kuzeye girmesiyle birlikte etnik gruplar arasında misilleme saldırıları olabileceği kaygısını dile getiriyor.
Obama’ya tavsiyeler
Times gazetesinin başyazısı, yemin ederek ikinci dönemine başlayan ABD Başkanı Barack Obama’ya sesleniyor.
Obama’nın “küresel liderlik yapmak veya dünya sahnesinde tutuk bir figür olarak kalmak” arasında seçim yapması gerektiği belirtilen başyazıda şöyle deniyor:
“Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Amerikalılar, onun dünyadaki rolü konusunda bölündüler. Devrimle yoğrulmuş özgürlükleri tüm insanlığa götürme misyonu var mı? Yoksa görkemli, fevkalade ama yalnız mı yaşamalı? Obama bu tartışmayı tek bir kişide cisimleştiriyor. Büyük Amerikan sorusuna cevabını hiçbir zaman kendi zihninde tatmin edici biçimde netleştiremedi veya başkalarına ifade edemedi.”
Lideri Usame Bin Ladin’in ölümüne rağmen El Kaide’nin Afrika’da meydan okuduğunu; Pakistan ve Kuzey Kore’nin nükleer silahı olduğunu, İran’ın ise nükleer programını sürdürdüğünü sıralayan Times, “Amerika’nın, Soğuk Savaş’ın bitmesinden payına düşeni nasıl harcayacağını tartıştığı günler geride kaldı” yorumunu yapıyor.
Amerikan yönetiminin Libya krizi sırasında “geriden liderlik” stratejisini ortaya attığını hatırlatan gazete, “Yazık ki çoğu zaman Başkan hiç liderlik etmemeyi tercih ediyor. Umarın yarın işler değişir” diye yazıyor.
Financial Times ise Obama’nın 2008’deki yemin töreni konuşmasına oranla “daha gerçekçi” bir ton kullandığına işaret ediyor.
İlk döneminde ekonomik krizden çıkış, sosyal güvenlik ve iklim değişimi gibi konularda “çok fazla vaat vermekle” eleştirilen Obama’nın, “siyasetin olasılıklar sanatı olduğunu” kavradığını yazıyor gazete.
Başyazıda, Obama’nın izleyeceği politikaların ayrınıtlarını, önümüzdeki ay yapacağı ‘ulusa sesleniş’ konuşmasına sakladığı belirtiliyor.
Türkiye ‘kültürel savaş’ mı açıyor?
Guardian gazetesinde yer alan bir haberde Türk hükümetinin, dünyanın önde gelen müzelerine “şantaj” yaptığı iddia ediliyor.
Habere göre; Berlin, Paris ve New York’taki kültür işleri yetkilileri, Türkiye’nin yasadışı yollarla götürüldüğünü iddia ettiği binlerce sanat eserinin geri verilmemesini gerekçe göstererek, yabancı arkeologların kazı izinlerini iptal etmekle tehdit etmesinden şikayetçi.
Haberde, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün 3300 yılık bir Hitit sfenksinin iade edilmemesi halinde kazı izinlerinin iptaliyle karşı karşıya kaldığı anlatılıyor. Enstitünün iddiasına göre, sefenksin iadesinin ardından restorasyon izinleri yenilenmiş ancak yeni kazı izinleri askıda kalmaya devam etmiş.
Berlin’deki Bergama Müzesi’ni yöneten Prusya Kültürel Miras Kurumu’nun Başkanı Hermann Parzinger, “Türklerin agresif bir politika izlediğini” öne sürerek şöyle diyor:
“Bize ve diğerlerine yabancı arkeologları kovma şantajı yapıyorlar. Yeni taktikleri, bizi kazılara yeterli yatırım yapmamakla suçlamak.”
Türkiye’nin Bergama Müzesi’ndeki üç eseri daha istediği belirtilirken, Parzinger, “bir asırdan önce yasal yollarla elde edilen eserleri geri vermeleri için hiçbir yasal yükümlülükleri olmadığını” savunuyor.
Paris’teki Louvre Müzesi’nde bulunan bazı sanat eserleri iade edilmediği için Fransız arkeologlara yasak geldiğini belirten Guardian, Türkiye’nin Londra’daki British Museum’dan MÖ. Birinci Yüzyıl’dan kalma Samsat Steli’ni ve New York’taki Metropolitan Museum’dan da 18 sanat eserini talep ettiğini kaydediyor.
Haberde, Türkiye Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Türkiye’nin hakkı olan eserleri geri istediği yönündeki sözleri de aktarılıyor.
Bakanın 10 yılda dört binin üzerinde eseri geri almakla ve tarihe en çok yatırım yapan Avrupa ülkesi olmakla övündüğünü belirten Guardian, bazı Türk arkeologların ise bununla çelişen şeyler söylediğine dikkat çekiyor.
Gazeteye konuşan Trakya Üniversitesi arkeoloğu Ahmet Yaraş, baraj inşaatı altında kalmaması için uğraştığı Bergama’daki antik kaplıca kenti Allianoi’de kazı izni verilmemesini eleştiriyor.
İsrailliler sandık başında
Daily Telegraph gazetesinde Peter Oborne, bugün İsrail’de yapılacak genel seçimlerle ilgili yorumunun başlığında, “İsrail’in ılımlı sesleri nerede?” diye soruyor.
Seçimin, koalisyon ortağı olan sağcı ve daha sağcı partiler arasında yarışa sahne olduğuna değinen Oborne, Filistinlilerle barış arayışı çabalarının ise iyice gündem dışında kalacağı uyarısı yapıyor.
BBC