BÖLÜM 12
Devran çardağa varıp tereddütsüz bir şekilde Reşat beyin yanına oturdu. Ondan gördüğü destek hoşuna gitmiş kendini ona yakın hissetmişti…
İlk söz Reşat beyden sadır oldu;
-Hadi bakalım sizi dinliyoruz…
Süleyman ağa yan gözle Reşat beye bakarak ‘la havle’ çekti… Kısa süre sonra Devran’a hitaben;
-Bak evladım sen benim oğlumun hayatını kurtardın... Ben de senin bana yaptığın iyiliği karşılıksız bırakmamak için dile benden ne dilersen dedim, kendin için en iyisini dilemen için sana mühlet verdim… Sen ise karşıma geçmiş ‘tarla istiyorum’ diyorsun. Tarla yerinde durarak sana bir şey kazandırmaz… Emek ister, masraf ister, para ister… Hadi diyelim tarlan oldu... Ne ile ekip ne ile biçeceksin, tohum alacak paran bile yok… Tarla sahibi olmak öyle kolay mı?.
Bu soru Devrandan çok konuklara sorulmuş bir soruydu…
Reşat bey hariç diğer üç konuk Süleyman ağaya destek verip ‘üç beş dönüm tarla ne işine yarayacak ki‘ diyerek Devrana akıl verdi.
Reşat bey sinsi bir ses tonu ile
-Belki istediği üç beş dönüm değildir, kaç dönüm istorsun oğlum? Diyerek devrana sordu..
-Benim ağamdan bir alacağım yok kendisi ne kadar verirse ona razıyım… dedi
Bu cevap Süleyman ağanın hoşuna gitmiş olsa da Reşat beyin tutum ve davranışları kendisi rahatsız etmişti… Babacan bir tavırla;
-Evladım sana istediğini veririm ama işine yaramaz diye korkuyorum, ama nihayetinde karar senin…
Reşat bey her zaman ki küstah tavrıyla;
-Ağanın eli tutulmaz dedi ve kendi sözüne kendisi güldü…
Konuklardan biri dayanamayarak sordu..
-oğlum ağadan ne kadar tarla istiyorsun?
Bu soru herkesin ortak merakıydı, sonunda biri sorabilmişti. Kısa bir sessizlik yaşandı…
Reşat ağa eli ile ağzını örterek çok kısık bir sesle yüz dönüm iste dedi.
Bu sayı Devrana bile çok geldi fakat hiç düşünmeden
-Yüz dönüm dedi…
Yaver başta olmak üzere herkes şaşırıp kaldı... Konuklardan biri;
-Yüz dönümün ne kadar olduğunu biliyor musun? Diye sordu…
Bir diğeri;
-O kadar da olmaz…Sen de fırsatçılık peşindesin diyerek devranı azarladı…
Öteki; sadece olumsuzca başını sallayarak devranı uzaktan uyardı…
Reşat ağa;
-Ağamızın oğlundan kıymetli değil ya diyerek Devrana destek verdi…
Konuklardan biri;
-Öyle ama…dedi fakat sözünü bitiremeden Süleyman ağa eli ile onu engelledi…
-İsterseniz önce bir şeyler içelim…
Misafirler ‘istemeyiz’ deseler de yaver hızlar içeri girdi.
Ortam bir süreliğine sessizliğe büründü…
Süleyman ağanın amacı bir şeyler içmek değil biraz düşünmekti. Babasının ‘sana bıraktığım tarlalardan bir karışını satar veya birine verirsen sana hakkımı helal etmem’ sözü geldi… Bu vasiyeti görmemezlikten gelemezdi...
İşte tam da o sırada konuşmanın başından beri onları izleyip dinleyen şeytan usulca Süleyman ağanın yanına geldi kenarına oturdu..
Bütün gözler Süleyman ağanın ağzında kulaklar dilindeydi… Fakat konuşmadı. Bekledi… Düşünüyordu...Hizmetçi kadın elinde tepsi ile kapıdan görünüp, konuklara soğuk limonata ikram etti… Süleyman ağa devranı göz ucu ile süzmekte onu keşfetmeye çalışmaktaydı. ’Bunun bir zaafı olmalı elbet’ diye geçirdi içinden...’ama ne’… Bir fısıltı duyar gibi oldu. Bir kelime duydu… Ve nihayetinde aradığını buldu... Devranın gözünü kör eden hırsı farketti..
Süleyman ağanın keyfi yerine geldi. Elinde ki soğuk limonatayı bir dikişte içerek boş bardağı hizmetçi kadına uzattı..
Hizmetçi kadın boşalan bardakları toparlayıp konağa döndü. Gözden kaybolması ile Süleyman ağa söze başladı…
- Oğlum benim bütün mal varlığımdan kıymetlidir ve ben bunu kanıtlayacağım dedi.
Bu sözü söylerken gözü Reşat beyin üstündeydi. Bir süre bekledi .Bakışlarını Devran’a çevirerek devam etti.
-Senin önüne, seçmekte özgür olacağın iki seçenek koyuyorum... Kısa bir süre sustu derince soluklanıp devam etti…
-Birinci seçenek sana tarla vereceğim. Ama senin istediğin miktarda değil... Benim istediğim miktarda benim dilediğim mevkide…
Devranın meraklı bakışlarının tadını çıkarırcasına bekledi bir süre… Sonra devam etti.
-Sana kırk dönüm vereceğim...
Devran suskunca dinlemekte korku ve heyecan karışımı duygular yaşamaktaydı…
-İkinci seçenek dedi Süleyman ağa, sana bir günlük arazi vereceğim…
Bir günlük araziden kastın ne demek olduğunu hiç kimse anlamamıştı. Herkes birbirine bakıp bir şeyler anlamaya çalışıyordu…
Reşat bey dayanamayıp sordu;
-Süleyman ağa bir günlük arazi ne demek?…
Süleyman ağa;
-Bir gün boyunca etrafında yürüyerek devir yapabileceği arazi demek…
Başta Yaver olmak üzere herkesin şaşkınlıktan gözleri açıldı.
Yaver suskunluğunu kırarcasına;
-Ama ağam… Bu büyük bir arazi demek bir günde binlerce dönümü gezip dolaşabilir..
Süleyman ağa istifini bozmadan;
-Biliyorum dedi ve devrana dönerek seçim seni ... dedi.
Devran ne diyeceğini bilemedi. Yanında duran Reşat beye baktı… Reşat bey duyduklarına inanamamış olacak ki;
-Süleyman ağa bundan emin misin diye sordu?
-Eminim dedi Süleyman ağa, benim oğlumdan kıymetli değil ya diyerek ima ile ekledi.
Konuklar homurdanıp itiraz etse de Süleyman ağa sözünü değiştirmedi…
-Ama dedi a harfini uzatarak;
-Kararını hemen vereceksin. Şunu da bilmelisin ki akşam güneş batmadan başladığın yere dönmez isen sana vereceğim kırk dönümü de kaybedersin… Anladın mı?
Devran zor duyulur bir sesle ‘anladım’ dedi. Ardından başını önüne eğerek düşünmeye başladı… İçten içe konuşmaya başladı… Gerçekten Süleyman ağa ya delirmiş yada kendisi ile alay ediyor olmalıydı… Bir günde bütün Çınar’ı dolaşabilir hatta Bismil’i bile çevirebilirim.... Kırk dönümü alıp ne yapacağım… En kötü ihtimalle kırk dönümü sürünerek bile alabilirim… Bunun düşünülecek bir şeyi yoktu. Hemen kabul etmeliyim... Evet... Ama şey… Tapusunu da istemeliyim… Evet evet iyi ki akıl ettim tapu olmadan bir şeye yaramaz. Yarın sana vermiyorum diyebilirdi…
Süleyman ağa hariç herkes merakla devranın vereceği kararı beklemekteydi… Süleyman ağa neyi seçeceğini gayet iyi biliyordu. O yüzden rahat ve gayet sakindi…
Devran korkak bakışlarını Süleyman ağa ya çevirerek ;
-Ağa! bin dönüm alsam bile bana hemen tapuları verecek misin? Diye sordu.
Süleyman ağa tereddüt etmeden cevap verdi.
-On bin dönüm alsan bile tapularını diğer gün alacaksın… Burada ki herkes benim sözüme şahit olsun...
-Peki ağam gezdiğim yerleri nasıl bileceğim… Yani sonradan ne kadarın bana ait olduğu nasıl anlaşılacak…
-Yanına bir çekiç ve işaret olarak dikebileceğin kazıklar al, gerekli gördüğün her yere bir kazık dik… Sonra biz arazinin etrafını birleştireceğiz… Anlaşıldı mı?
-Anladım ağam.... öyleyse ben ikinci seçeneği seçip kendi arazimi kendim belirleyeceğim.
-Olur benim için sakıncası yok... Öyleyse yarın gün doğmadan önce buluşup, yürümeye başlayacağın noktaya gideceğiz..
Bunu söylerken tüm konuklara bakmış hepsini davet etmişti…
İlk söz her zaman ki gibi Reşat beyin ağzından çıkmıştı…
-Valla ben bu iddiayı kaçırmam... Sabah buradayım.
Diğer konuklarda tamam dedi.
Süleyman ağa kalkmak üzere olan misafirlerine;
-Sadece bir şartım var
Devranın kalbi duracak gibi oldu, ’ağa vazgeçti’ dedi iç sesi…
-Saat ve telefon bulundurmayacaksın, tamam mı? Zamanı güneş ile bileceksin.
Devran rahatladı derin bir nefes aldı;
-Tamam Ağam emrin olur dedi...
Konuklar sabah buluşmak üzere sözleşip Süleyman ağadan müsaade alarak kalktılar.
Reşat bey Devrana ‘gel senide bırakayım ‘diyerek onu arabasına aldı…
Arabalar ard arda konağın büyük bahçe kapısından çıkarken Süleyman ağa ve Yaver orta yerde durmuş onları izlemekteydi.
Kahya bir volkanın patlamasını andırırcasına içini döktü…
-Ağam bu sefile nasıl böyle bir şans verirsiniz? Nasıl olurda binlerce dönüm arsanızı alır? Bırakın bu gece öldürüp gömeyim onu...
Süleyman ağa güldü;
-Mevlam ne eylerse güzel eyler, sen rahatına bak
Ağa gayet sakin bir hal üzere konağa doğru yürüdü…
Devam edecek...