Allah(c.c): “Onlar ki miskine, yetime ve esire seve seve yedirirler.” (İnsan:8) buyurur.
Kime ve neyi yedirmek gerekir. Ayette geçen “yedirme-taam” sadece yemek manasında değil, aynı zamanda “aşılama” manasına da gelir. Yani bir ağacın aşılanarak kaliteli ürün vermesi işlemine de “taam-yedirme” adı verilmektedir. Ayrıca taam “tattırma” manasına da gelir. Demek ki yedirilen şeyin tat bırakması lazımdır ki bu da onun manevi tesiridir. Bu nedenle Allah(c.c) Kureyş suresinde “Madem onları açken doyurdu o halde bu evin Rabbine ibadet etsinler” (Kureyş:3-4)buyurur. Bu da yedirmenin yani maddi tokluğun asıl sonuçlarına dair latif bir işarettir. Hem maddi tokluğun olduğu bir toplumda insanlara neyi yedirmek gerekir. Ya da maddi olarak tok olan bir toplumda “miskin, yetim ve esir” olmayacak mıdır? Ebette olacaktır. İşte bunun içindir ki, “taamın” bir anlamı da aşılamadır.
Aşılama, ürün vermeyen ağacın ürün vermesi için başka ağaçtan alınan dalın ona bağlanmasıyla gerçekleşen bir işlemdir. Bu yolla ürün vermeyen, ya da kalitesiz ve tatsız ürün veren ağaç; kaliteli, lezzetli ve bol ürün vermeye başlar.
Ayeti kerimede, yedirilmesi gereken sınıflara dikkat edilirse bunların sadece bedeni güce değil, aynı zamanda ruhani ve manevi güce ihtiyaç duyan kimseler olduğu anlaşılır.
Miskin, maddi veya manevi beslenme ihtiyacı duyan kimsedir. Aslında miskin, insanlara sükûn verme kabiliyetine sahiptir. Ancak bunun için güç ve enerjiye, aşıya muhtaçtır. Bunun da bir an önce yapılarak bu kimsenin harekete kazandırılması gerekir. Demek ki yedirilecek, aşılanacak kimsenin öncelikle bu vasfa sahip olmasına dikkat edilmelidir. Elbette genel manada her muhtaç olan kimseye yedirmek lazımdır. Ancak öncelikle aşı tutma durumu olanların tercih edilmesi gerekir. Çünkü bu kimseler aşılanarak yedirildikleri takdirde harekete geçecek insanları durgunluktan ve pasiflikten kurtaracaktır.
Hz. Ebü Bekir(r.a) “Sıddiyk” idi. Sıddiyk(r.a), bu vasfı iki sebepten dolayı kazanmıştır. Birincisi, Kuran’ı ve Peygamberi(sav) derhal ve tereddütsüz bir şekilde onaylayıp tasdik ettiği; ikincisi de malını Allah yolunda tasadduk ettiği için. Ebü Bekir(r.a), tasaddukuyla insanlara sıdkı ve imanı aşılamıştır. Nitekim onun yedirmesi ve aşılamasıyla çok kişi iman ederek harekete geçmiş, harekete katılmıştır.
Yedirilmesi gereken ikinci kısım ise yetimlerdir. Sadece annesi babası ölen kimseye yetim denmez. Aynı zamanda garip, zayıf, tek başına olan kimseye de “yetim” denilir. Eşi olmayan, bir başına olan kimse de yetimdir. Örneğin, sedefinde tek olan inciye de “durrun yetim-yetim inci” adı verilir. Bu vasıftaki yetimin yedirilip aşılanması, bir başına bırakılmaması gerekir. bu şekilde bunun çoğalması ve ürün vermesi sağlanmalıdır.
Bilinen anlamının yanında esaret; ihtiyacını içinde hapsetmek, yaratılışın sıkı olması, çocuğun sarıldığı kundak manalarına gelir. “Onları Biz yarattık ve esaretlerini de Biz bağladık…” (İnsan:28) buyrulur. Görüldüğü üzere Ayette esaret, yaratılış ile birlikte zikredilmektedir ki bu, acayip hallerdendir. Esir, özgürlüğü kısıtlanan kimsedir. Buna yemek vermek eğer kendisini esaretten kurtarmayacaksa neye yarar. Bu, sadece bedenen güçlenerek onun esirliğinin daha da katmerleşmesine sebep olur. Çünkü esaret altındaki kimsenin yemekle güçlenmesi onun için avantaj değildir. Bilakis bu, daha çok çalıştırılmasına ya da bedeninin ona yük olmasına sebep olur. Bu da aşılama olmadan, ona imanı ve hakikati aşılamadan ona yedirmenin sonucunu ortaya koyuyor. Gerçekten verdiğimiz yemek insanı sadece bedeni olarak mı yoksa hem maddi hem de ruhi olarak mı besliyor? Bu çok mühim bir noktadır. Sadece bedenin doyması insanı esaretten kurtarmaz. Bu nedenle Reis ve esir aynı köktendir. Çocuk beslendikçe büyür ve böylece kundaktan kurtulur. Eğer insanın aldığı besin sadece onu besler ve fakat kundaktan, esaretten kurtarmazsa bu onun için bir şey ifade etmez. Anneler, babalar maddi besin konusunda çocuklarının üzerinde titrerler. Fakat bunun onları kundaktan yani esaretten kurtarıp kurtarmayacağına dikkat etmezler. Bu noktada dikkat etmeyen anne ve babalar belki de çocuklarını ömür boyu kundağa yani nefsin esaretine mahkûm ediyorlar da farkında değiller.
İnsan, eğer aşılanmadan sadece bedeni olarak beslenirse bu besin ancak nefsini güçlendirir. Nefsin güçlenmesi de insana özgürlüğü değil, esareti getirir. Bu şekilde beslenen kimse nefsinin reisi değil, esiri olur.
Toplumda yedirilmeye ve aşılanmaya muhtaç üç sınıf vardır; miskinler, yetimler ve esirler. Bütün bunların birbiriyle yakın ilişkisi vardır. Ancak aralarında da ayrıntıda farklılıklar söz konusudur. Miskin, iradesi dışında bu duruma düşmüş güç ve aşı olduğu takdirde ürün verecek harekete geçecek durumdadır. Yetim olan o kimse de aslında çok değerlidir. Fakat yalnızdır, gariptir. Onun cemaate ve dosta ihtiyacı vardır. Esir ise kendi kendini esir etmiştir. Nefsi için beslenmektedir. Bunun beslenmesi akıl ve kalp için değil, nefs ve şehvet içindir. Bu nedenle beslendikçe daha çok esir olmakta daha çok kendi kendine mahkum olmaktadır.
Toplumun besini Müslümanlardadır. Aşı ve tat onlardadır. İnsanlar açtır. Çünkü aşılanmadıkları için ürün verememektedir. İnsanlar nefislerinin ve şehvetlerinin esiridir. Ne kadar yiyorlarsa daha çok mahkum oluyor, daha çok özgürlüklerini kaybediyorlar. Onları esir olmaktan kurtararak reis olmalarını sağlayacak olan tılsım biz Müslümanların elindedir. Özellikle çocuklarımızı kundak esaretinden kurtaracak şeylere dikkat etmeliyiz. Unutmamak gerekir ki sadece maddi olarak beslenmeleri ve aşılanmaları bunun için yeterli değildir. Maddi besin onları bedenen büyütür ama onları asıl kundaktan ve esaretten kurtaracak olan o manevi tat ve lezzettir. O ruhani aşıdır. Her yetimi yalnızlıktan, gariplikten ve acizlikten kurtaracak tiryak da biiznillah bizdedir.
Abdurrahim Güneş / İnzar Dergisi – Aralık 2012