Hafta içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İyilik Ödülleri dağıtıldı. Ödül verilenlerden biri de Mali asıllı. Fransa doğumlu futbolcu Frederic Ömer Kanoute idi.
Frederic Ömer, 20’li yaşlarda Müslüman olmuş. İspanya’nın İslam’la medeniyete kavuşan şehri Sevilla’da oyuncu iken Endülüs Müslümanlarıyla kaynaşmış. Sevilla’daki son caminin açık kalması tehlikeye girdiğinde 700 bin dolar vererek İslam’ın o mahzun diyardaki son mührünü kurtarmış, semalarda ezanın devamını sağlamış. Ana yurdu Mali’de ise sokak çocukları için bir vakıf açmış, Türkiye’de de bu vesile ile ödül almış, Fransız vatandaşı Siyahî bir “yeni dünya Müslümanı”dır.
Frederic Ömer, ödül töreninde duygularını, "Bizim inancımıza göre Yaradan bizlere, bizlerin ne kadar ünlü, paramız, kaç gol atmış olduğumuza göre değil aksine farklı şekilde yargılayacak. Kalbimizin içinde ne olduğuna bakacak. Eylemlerimiz ve amellerimizin ne olduğuna bakacak. Bunları yaparken ne kadar samimi olduğumuza bakacak. Onlara göre hesap vereceğiz.” sözleri ile ifade etmiş. Sonra yüzyıla damga vuracak bir öneride bulunmuş: “Ben, bir futbolcuyken kariyerimde hep takımım için goller attım. Ama Müslüman olarak bundan çok daha fazlasını yapmam gerektiğini düşünüyorum: Hep beraber artık insanlık adına atalım gollerimizi."
Çağın popüler diliyle insanlık adına goller atmak… İşte mesele bu…
“Din çağı geride kaldı” denen bir zamanda İslamiyet, emperyalizme karşı milli hareketlerin arka planını oluşturdu, emperyalizme karşı kurtuluş savaşlarının vücut bulmasını sağladı.
Ama emperyalistler İslamiyet’in bu şoke edici başarısını İslamiyet aleyhine dönüştürmek için İslamî hareketleri, milli hareketler olarak kalmaya, bölgeselleşmeye ittiler. İslamî hareketler, bir ümmet hareketi olarak vücut bulma genişliğini umut ederken kendilerini bir anda ırk ve çevre darlığında buldular.
Kabul edelim ki bu hâl İslamî hareketlerin ufuklarını da etkiledi. Onların en geniş ufuklusunu dahi İslam dünyası içinde bıraktı, İslam dünyasının, en güçlü günlerinde dahi çözülmemiş kadim sorunlarıyla boğuşma hâlinde tuttu.
Bu boğuşma hâli sürerken insanlık treni, Batı’nın lokomotifiyle yol aldı.
Biz, sadece kendimize bakmak istesek de dünya artık bir köydür. Eskiden kendi mahallenizde bir yapı olup dünyayla bağınızı en alt düzeyde tutabiliyordunuz.
Bugün küçük bir çevre bir yana bir ülke veya kıtada dahi sadece kendinize bakıp kendi hâlinizi sürdüremezsiniz.
Müslümanlar, yüz elli yıla yaklaşan toparlanma sürecinden sonra artık kısır “İslam dünyası” bölgesel savunmasından çıkıp dünyaya bakmak durumundalar.
Birleşik Amerika’da Siyahî ve Hispaniklere karşı ayrımcılık…
Güney Amerika’nın ABD’nin arka bahçesi gibi “ekilip biçilmesi”…
Hindistan’daki kastçılığın bir şekilde sürdürülmesi…
Güney Asya’nın fuhuş işçiliği pazarına dönüşmesi…
Kuzey Kutbu’nda Isınan dünyada Eskimoların konut sorunu…
Afrika’da Batılıların AİDS’e müptela ettiği milyonların sağlık sorunları…
Artan zevkperizmle geleceği tehdit altına giren İsveç ve Norveç soylarının yaşatılması…
Müslümanlar, yerellerini ihmal etmeden; bölge, kıta farkı gözetmeksizin dünyanın bütününe dair sözler söylemek, insanlığı ikna edecek projeler üretmek ve o projeleri üretmek için samimi bir mücadele içinde olmak zorundadırlar.
Aksi hâlde istila altındaki Mescid-i Aksa’yı gün be gün kaybettikleri gibi Mekke ve Medine’yi dahi kaybedebilirler. Allah kendilerini insanlığa önder yaptığı hâlde Müslümanlar zayıflıklarını öne sürerek dertlerine düşüp insanlığı unuturlarsa kendileri dışındaki insanlığı kaybedecekleri gibi dertlerine de çare bulamazlar. “Çağdaş uygarlık” felaketini aşıp insanlığı saadete erdirecek medeniyet olamazlar.
Mescid-i Aksa’yı kurtaramazlar, Mısır zindanlarını boşaltamazlar, Suriye katliamlarını bitiremezler, Yemen’i tokluğa kavuşturamazlar…